Vapurluk...

Boğazda sefer yapan vapurların, tuhaf bir albenileri var. Salına salına öyle süzülüyorlar. Ne zaman elimde çay yola koyulsam, zamana yolculuk ediyormuşum gibi yalnızlaşıyorum. Martılar da aynı martılar, çığlık çığlığa. Kentin içimize işleyen hüzünlü kokusu belki, yalnızlık dediğimiz... Oysa, su aynı bulanık su ve hava aynı puslu hava.

Ve bu bulanık suda, bu puslu havada sanatı düşman belleyenlerin işleri yolunda. Ortalık toz duman.Yayıncılık can çekişiyor. Kitap baskılarının adetleri can sıkıcı düzeyde. Dergi yayımcılığının büyükçe bir yüzdesi AB fonlarından besleniyor. Günlük gazete tirajları tam anlamıyla "hangi ülkede yaşadığımızın" göstergesi. Sinemada durum hiç de aktarıldığı gibi değil. Seyirci bulan filmler, bir elin parmakları kadarlar. Kütüphaneler boş. Tiyatrolar tarihlerinin en kötü dönemlerini yaşıyorlar. Devlet AKM'yi yerle bir edip yerine alış-veriş merkezi kurmaya hazırlanıyor. Kültür Bakanlığı'na bağlı müzelerde, kütüphanelerde çarşaflı, takkeli, cüppeli, insanlar çalışıyor.

Benim alanıma gelirsek siyasi erk, tiyatroyu "düşman" ilan etmiş durumda. Darbe dönemlerinde yasaklar gören, cezaevlerine giren yaratıcılar şimdi daha da karanlık bir dipsiz kuyuya itiliyorlar. AB sürecindeki "masabaşı" toplantılarından hemen sonra, önce iki temel kurumu karıştırmakla başladılar işe. İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrosu ve Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü.

Son duyumlar, Şehir Tiyatroları'nın pazarlanmaya hazırlandığı üzerinedir. Kim alır, demeyin. Beykoz deri fabrikasını kim aldıysa, o alır. Alır, binaların önemli bir bölümünü de alış-veriş merkezi yapar. Oyuncuların ve çalışanların yarısını da sokağa atar. Bundan daha iyi pazarlama olur mu? Nasıl olsa her şey satılık. Hesap soran da yok.

Şehir Tiyatroları için, çalışanlarına sormadan yeni bir yasa hazırlatıyor belediye.Yapar mı, yapar. Tiyatro biletini tuvalet parasından daha düşük yapan bu belediye değil mi? Sahne teknisyenlerinin haklarını ödemeyen de aynı kurumdur oyun yazarlarıyla kavgalı olan da.

Sanat yönetmeninin seçtiği oyunlarsa birer "fiyasko" olmuştur.

Devlet Tiyatrosu'nun durumuysa daha da karmaşık. Bakanlığın "genel müdür vekili" diye atadığı M. Acar, tam anlamıyla yetkisiz yetkili. İşin tuhafı, ne iş yapacağından da habersiz. Kendisi vekil, yardımcısı üç müdürlüğe birden vekil. Bütün oyuncuları ile, tiyatro yazarları, yönetmenleri ve müdürleri ile kavgalı bir vekil müdür. Sınav açıyor sonra keyfi iptal ediyor. Oyun seçkileri de aynı puslu havadan besleniyor. Birkaç temel yaratıcının ürettikleri olmasa perdeler kapanacak.

ABD'nin "bu halkın başındaki" asıl bela olduğunu anlatan AVRUPA KOMEDİSİ oyununu "köylü kurnazlığı ile" yasaklıyor. Sözün kısası, AKP Devlet Tiyatrosu'nda kurt oynatıyor. Yakında kulislerin bir kısmı "Mescit" tabelası ile oyuncuları karşılayabilir. Olmaz demeyin, Beyoğlu Belediyesi'nin ve Şehir Tiyatroları'nın ortak malı olan tarihi Muammer Karaca Tiyatrosu'nun içinde kulislerden biri Mescittir. AKP'li il ve ilçe belediyelerine bağlı, adı "Kültür Merkezi" olan bir çok salonda Mescit vardır. Bildiğimiz Cemal Reşit Rey Konser Salonu dahil AKP'nin yönetimindeki hiç bir salonda, galalarda bile içki içilemez olmuştur. Devlet Tiyatrosu da aynı aymazlığın yönettiği yer değil midir?

Benim ülkemde, her dönemin en "yaramazları" ve "düşmanları" hep Özel Tiyatrolar olmuştur. Bu anlamda AKP çok önemli bir fırsat kullanıyor. AB fonlarından beslenmeyen hiçbir özel tiyatroya yaşam hakkı bırakmamaya çalışıyor. Önce, "Ödenekli Tiyatrolar Fonu" bir genelgeyle kaldırıldı. Sonra, Devlet Tiyatroları'nın, Bakanlık kararı ile, özel tiyatrolara vermek durumunda olduğu salon fiyatlarını erişilmez rakamlara çıkartıldı. Böylelikle Anadolu'da en donanımlı malzemelere sahip salonlar, özel tiyatrolarının yüzüne kapandı. Kentlerde seyirci ve salon sıkıntısı yaşayan tiyatrolar Anadolu'ya gidemez oldular. Zaten şehir tiyatrolarının, devlet tiyatrolarının komik bilet ederleri karşısında zor durumdalar. Alan binlerce sorunla boğuşuyor. Yaratıcıların, emekçilerin sigortaları bile ödenemiyor. İş kolunda sendika yok. Çünkü yasası yok. Hiç kimse hakkını arayamıyor. Anadolu'ya turneye giden bir tiyatro gurubu oynayacağı oyunun metnini il mülki amirine vermek zorundadır. Tüm çalışanlarının nüfus kayıtları ve ikametgah bilgilerini de iletmelidir. Sonrası amirin keyfine kalmış. İster oynatır, ister yasaklar. Hava da bulanık su da. Var olan dernekler, sorunun politik yanını göremeden, adeta iğneyle kuyu kazıyorlar. Önümüzdeki dönem daha da sancılı olacaktır. İzler birbirine karışıyor.

AB fonları ile at kişnetenlerle, halkın güzel ve mutlu geleceğine inananları iyi bir hesaplaşma bekliyor. İmamların bulanık sularında, balık avına çıkanlar kazanır mı dersiniz? Elbette hayır. Dün hep geleceği haklı çıkardı. Tiyatro sanatının, sanatçılarının başındaki bu kara kül savrulacaktır. Yüzünü emperyalist kültürün rüzgarına dönenler kaybedeceklerdir. Önümüzdeki Mart ayı hesaplaşmanın ilk adımları olur mu dersiniz? Hiç olmazsa 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü'nde sanat ve sanatçı sokağa çıkar mı? Birlikte göreceğiz.

Vapur Kadıköy İskelesi'ne yanaşıyor. Kalabalığın içinden Komünist satan genç arkadaşların seslerine ulaşıyorum. Çiçekçi kadınların elinde Menekşe, Nergis, Fulya birlikte şarkı söylüyorlar. Nazım'a çiçek götürmeli.