Umut...

Seviyorum Vapur yolculuklarını.

Önce bir bardak çay alıyorum ve mevsimi önemsiz, denize ve martılara en yakın olduğunu, haykıran köpüklerin ardımızdan koşturduğunu bildiğim kıç tarafına yerleşiyorum.

Orada daha çok gençler, saklıca biralarını yudumlayan hayat insanları, martıları simitleyenler olur.

Dün ülke yeni yalanlara boğulurken, kan üstümüze ölüm olarak sıçrarken, ağaçlar başlarından kesilmiş toprağa düşerken dilimde bir şarkı, geçtim oturdum çapanın yanındaki halat demirinin üstüne.

Karayağız bir delikanlı yanaştı yanıma, elinde küçük sarı eskimiş bir çanta

-Ağabey bir resim çekinebilir miyiz?

-Tabii gel böyle.

Arkamıza aldık Sarayburnu’nu, başka bir yurttaşa verdik telefonu, çektirdik resmi.

-Nereye gidiyorsun ağabey?

-Tiyatroya oyunum var.

-He oyun..neredeki ağabey bu oyun?

-Tiyatro da, Moda’da.

-Ben hiç gitmedim ağabey tiyatroya.

Eğiyor başını, bakamıyor yüzüme, mahzun, martılara simit atan genç kıza ilişiyor gözleri.

-Bak ağabey gördün mü, havada kapıyor hayvan simidi.

-Onlarınki de bir oyun, aç karınlarını doyurmak için insanla birlikte kurdukları sevinçli bir oyun.

-He…oyun böyle bir şey hemi..ekmek kavgası gibi yani.

-Öyle sayılır, nerelisin sen?

Yanıma yaklaşıyor, eğiliyor kulağıma, usulca fısıldıyor.

-Sur ağabey, Diyarbakır.

-Yani kan, kin, nefret ve ölümün ve katliamların ve kültürel talanların Sur’u.

-Ağzını öpeyim ağabey, he vallah öyledir, ölüyoruz, kimse duymuyor.

Sigara çıkarıyorum cebimden uzatıyorum.

-Yasaktır.

-Ben burada yasağı deliyorum, bak diğerleri de öyle.

-Ne iş yapıyorsun İstanbul’da, nerede yaşıyorsun?

-İnşaat işi yapıyorum, demir kesiyorum, Fatih’te bir evde kalıyoruz, 11 kişi 2 oda da.

-Kazınıyor musun bari?

Yarasına dokunuyorum sanki sızıyor gözleri, elini cebine atıyor, kareli pak bir mendil çıkarıyor, açıyor.

-23 gündür çalışıyorum, sabah altıdan gece sekize kadar.. aha bu kadar kazanmışım.

Bakamıyorum tuttuğu alınterine. 

-Bugün son günümdür..gidiyorum ağabey babamı özledim, babam geçen yaz sizlere ömür.. mezarına el sürecem.. kardeşlerim var 6 tane.

-Nasıl gideceksin, çatışma var orada, savaş var, insanları vuruyorlar, sokağa çıkma yasakları var.

-Çarem yoktur, bu mendilin içindekiler bizimkiler için ihtiyaçtır.

Susuyorum, dönüyorum ona sırtımı derinliğine boğaza bakıyorum, akıp gidiyor su köpük köpük, balıkçı tekneleri ine çıka, gemiler ağır yükleriyle yarmışlar denizi, karabataklar türüyor önümde, Haydarpaşa açıklarındayız, utanıyorum o ellerden, yüzden, mendilden, içindeki emekten.

-Ağabey, bu barış dedikleri gelir mi bizim oralara, sizin buralara?

-Gelmeli, yoksa birlikte öleceğiz. Bak şu kuşlar, şu akan deniz, şu karşı tepeler, şu adalar, şu evler, şu gemiler ve şu gördüğün tüm insanlar öleceğiz birlikte.

-He ağabey ama biz öldük zati. İki yeğenim öldü, dedem öldü, en küçük bacım yaralandı kolundan, fırının önünde bekleşirken ateşe verdiler. Evlerimiz yıkıldı, okullarımız yoktur, camilerimiz yoktur, fırınlarımız yoktur, hastanemiz hiç yoktur.

İçimi ağır bir karanlık basıyor, ağlayacak gözlerim, gözlüklerimi takıyorum, bir sigara daha yakıyoruz.

-Anam tez gel demişti, tez gel koma bizi yalnızlığın eline.

Sözüm tükenecek, boğazıma dizilip kalmış bir lokma oldu hayat.

-Kurtulursak bu kan içi soysuzlardan, yalandan, talandan, arsızdan barış işte o zaman gelecek.

-Senin umudun vardır ağabey, benim yoktur. Yok, yani ah etmek için demiyorum ama umut kurşunlanıyor bizim oralarda.

Vapur kıçını saldı Kadıköy sahiline, manevra yapmaya çabalıyor, bizimle yola çıkan Karaköy’ün martıları Kadıköy’ün martılarıyla buluştular çığlık çığlığa, gökyüzünde şenlik var, güneş kızıla boyadı ufku, birkaç kara bulut var ötelerde, içinden uçaklar geçiyor, ikimizde susuyoruz, kalabalıkla iç içe iniyoruz iskeleye.

-Nerden bineceksin otobüse?

-Harem diye bir yer vardır, işte oradan.

-Şuradan otobüsler kalkıyor.

-He

Kucaklıyorum, şaşırıyor.

-Bak sana telefon numaramı vermek istiyorum. Gidince ara beni, haberdar et, anacığından, kardeşlerinden, Sur’dan, başka derdin olursa yine ara.

-Bizim ölümden öte derdimiz yoktur ağabey, sağolasın.

Yolculuyorum, o otobüse doğru ben tiyatroya, Haldun Taner sahnesinin önünde duruyor, geri dönüp bakıyor, kalakalıyorum, elimi kaldırıyorum, gülüyor yüzü.

Balıkpazarı’nın içinden geçiyorum, cıvıl cıvıl bir koşuşturma, kahvelerde insan kalabalıkları, o küçük yokuşun başından bir genç kız bağırıyor.

-Gericiliği yeneceğiz

Başkaları tekrar ediyor.

-Yeneceğiz.

Yaşları 17-18 daha, umut kuşanmışlar, aşk kuşanmışlar, sevinç kuşanmışlar, omuz omuza geçiyoruz birbirimizi, gözlerim ışıldıyor, insanlar alkışlıyor çocukları, durup izliyorum güneşin batışına doğru uzanan elleri. Titriyor ellerim, hüznü kovma vaktidir şimdi.. oyunun var, yürü.

‘Ölme sakın Muhammet kardeşim sakın ölme, gelip bulmasın seni bir hain kurşun, Sur’a selam eyle, gör bak birlikte kuracağız barışı, birlikte halaya duracağız, türküler söyleyeceğiz, çocuklarımız ağlamayacak, ekmeğimiz sıcak olacak sımsıcak, aşımız herkesin olacak’ diyemedim ya.. iki gündür ona yanıyor yüreğim.

[email protected]