“Terbiyesiz, edepsiz, ulan ahlaksız, küstah, şerefsiz, hain…”

Tanık olmadım ama tiyatro dünyasında anlatılır, gazetelere haber olmuştur. Süleyman Demirel kendisini yerin dibine geçiren “Devri Süleyman” oyununu izlerken “... gülmekten kırılmış, oyunu ayakta alkışlamıştır”.

Özal için de benzeri bir hikâye anlatılır, “... sanatçıya, sanatın eleştirel yanına saygı duyardı” gibi cümleler var hakkında. Dedim ya tanık olmadım, olsaydım bile kuşkuyla karşılardım.

“Gülmekten kırılan” Süleyman Demirel hükümetlerinin tamamı yasakçıdır, sansürcüdür, sanat ve aydınlanma düşmanıdır.

Bu bahsi uzunca örnekleriyle konuşmak gerekir çünkü ülke siyasal sağının sanat-sanatçı düşmanlığının temeli bu bina üzerine inşa edilir ve Demirel bunun en yalın örneğidir.

Devraldığı her gerici miras gibi bu da ona Adnan Menderes ve tayfasından geçmiştir.

Özal aynı damarın iz sürücüsüdür.

Şişik haliyle arabesk düttürünün bayraktarlığını yapmış, çağdaşlığın üstüne din sosunu dökmeye çalışmış ve yasakçılıktan, sansürden bir adım geri durmamıştır tıpkı Kenan Evren gibi.

Biliyorsunuzdur bu general bozuntusu resim düşkünüdür.

Hiçbir sanatsal değeri olmayan, estetiğin bok çukurundaki abukluklarını halen sergiliyorlar.

Kenan efendinin ilk işi tiyatroların, galerilerin, sinemaların kapısına kilit vurmak olmuş, sanat ve edebiyat ürünlerinin tamamını sansürlemek, sıkıyönetim komutanlıkları emriyle binlerce sanatsal etkinliğin yapılmasına engel olmak, “düşünme özgürlüğünü” suç ilan etmek olmuştur.

Saygısızdır tüm diktatörler gibi ve despotluğunu bu saygısızlığın üstüne kurar. Kendisi gibi düşünmeyen herkese “hain” demekten bir an geri durmaz.

Sıkıyönetim bildirilerinin üçte ikisi “hain” ile başlayan ve biten cümlelerden oluşur.

Detaylandırmayayım ama apoletleri ve postallarıyla bu ülke insanlığının onurunu, şerefini, vicdanını ezerken; eline fırça alıp “ressam” diye ortaya çıktığında, İstanbul’da Harbiye Açık Hava Tiyatrosundaki bir etkinlikte despotluklarını anlatıp, “uçan kuştan korkan ressam parçası” demiştim.

On gün sürmedi, dönemin Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde savcı Nuh Mete Yüksel’in karşısındaydım.

- Sayın Cumhurbaşkanımız Kenan Evren’e “ressam parçası” demişsiniz.

- Dedim evet.

- Hakaret etmişsiniz.

- Etmedim gerçeği dillendirdim. Belki bu hayattaki görevim tiyatro oyunculuğu değil sanat eleştirmenliği olsaydı daha da beterini söylerdim. Bu zat bir diktatördür ve resim diye yaptıkları da deli saçmalığından bin beterdir. Ayrıca resim dünyasında bu tür akılların yaptıkları saçmalıklar insanlık tarihinin hiçbir döneminde kabul görmemiştir.

Ardından savcıyla kimlere ressam, kimlere sanatçı denir üstüne bir tartışma çıktı. Dünya ve Türkiye örneklemelerini anlatınca sustu ve ilk duruşmada beraat verdi.

Kenan Evren cenahından bir daha ses çıkmadı. Emel Sayın’ın resmini yapana kadar!

Anımsayanlarınız olacaktır, abuk-subuk sarıya boyanmış tuvale bütün ülke gülmüştü.

Demem o ki; ülke siyasal sağının üç iç içe geçmiş karikatürü, sanat düşmanlıklarını ve sanat seviciliklerini hiç gizlemeden yaşamışlardır. Tapınanlara sahip çıkmış, kendilerine hayır diyenleri ise “hain” ilan etmişler ama sanatsal yaratıcılardan yanıtlarını almış ve tarih önünde mahkûm edilmişlerdir.

Şimdi bilim insanlarına, akademisyenlere, sanatçılara, yazarlara ve siyasetçilere en yüksek sesle bağırılarak; “terbiyesiz, edepsiz, ulan ahlaksız, küstah, şerefsiz, hain, sanatçı müsveddesi…” gibi sözcüklerle saldırılmasına, hedef gösterilmelerine, içinde “diktatör” geçiyor diye oyunların yasaklanmasına, tiyatroların kapısına mühür vurulmasına, ötekileştirmeye, ayrıştırmaya çok şaşırmıyorum.

Yalnızca niye susuluyor diye sorguluyorum.

Niye?

[email protected]