Soytarı sevinci…

-Gelmişsin yetmiş küsur yaşına, elli yıldır sahnedesin, dön bir bak ardına ne katmışsın hayata? Hangi sevincin, umudun, aşkın peşinden gitmişsin? Susmasana, madem bu denli anlı-şanlı ünlü filansın, hayata ne kattın da oldu bütün bunlar, bunca okuduğun kitap biriktirdiğin resim, dinlediğin müzik hiç mi sorumluluk katmadı sana? Bak ülkeye, talan edilmiş bir savaş meydanı gibi can çekiyor. Ağlamıyor mu aklının içine gizlediğin çocuk sevinçlerin? Nasıl rahat uyuyorsun? Şuradan uzatıp başını bak dışarı, dilenen bebekli kadınlar var sokaklarda, kimin suçu bu, hiç mi payın yok? Savaş tacirlerini destekler görünmen onur kırıcı değil mi? Elli yıldır oynadıklarının içinde, hayata katılıp aşk olmuş 5 oyun sayarız beş, altıncısını sen bile anımsamazsın.

-Susuyor değil mi?

-Susuyor, gerginlikten kan oturuyor gözlerine ama susuyor. Zehir zıkkım oldu yuttuğu lokma ama susuyor.

-Eee sen de dövmekten beter etmişsin ağabey, adamın yüzüne yüzüne söylenir mi bunlar?

-Ne yapacaktık, arkasından konuştukta ne oldu, umurunda mı, bile isteye yaptı ne yaptıysa. Sanatın bir üst kültür olduğu gevezeliğinden bir adım geri durmadı. Bankaların, büyük tröstlerin kanatları altında böbürlenip kendi meslek alanının diğer yaratıcılarını aşağıladı, küçümsedi. Bunu yaptıkça bir avuç soysuzun daha çok desteğini aldı. Arlanmayı bırak, basın tepeden tırnağa sistem yardakçılığı yaparken o gitti gazetelerden birinde köşe yazarlığı yaptı. Ondan sonra boy boy röportajlar, aynı yayın gruplarının kanallarında soytarılıklar, şaklabanlıklar.

-İzlemiştim bir tanesini. O gün ülkede bomba patlamış, insanlığın yüreği dağlanmış, öfke ve hüzün sarılmış birbirine ağlıyorlar bu çıkmış, ‘gülelim eğlenelim’ filan diye aptal cümlelerle kendini rezil rüsva ediyor. Utandım, mesleğimden değil, mesleğimizin içinden bu tür madrabazların çıkmış olmasından utandım.

-Bu gezi direnişi sırasında da aynı şeyleri yaptı. ‘Abartılmasın bu kadar, sorun varsa ülkede yargı var’ filan diye geveledi. Evi ile Gezi Parkı arasında 300 metre var. Önünden bile geçmeye cesaret edemedi.  Kaçtı, topladı pılını pırtını Bodrum’a gitti. Oradan yazdı yazılarını, ‘kim kışkırtıyor bu çocukları’, ‘bunun sonu yok, bu karmaşa ülkeyi bitiriyor’ dedi, salyalarını saçan soysuzluktan alkışlar aldı. Ödüllendirildi. Bizimkiler göremedi bu hayâsızlığı.

-Anımsıyorum. Gezi sonrası Kültür Bakanlığı 17 tiyatroya hak edişleri olan desteği ‘gezicilere yok’ diyerek vermedi ama bu o sene en yüksek parayı aldı. Kıs kıs sırıttığını görmüştüm.

Sorduklarında, ‘ben tiyatrocuyum işimi yapıyorum’ gibi en adi en aşağılık cümlelerle savundu kendini.

-Arsız işte arsız.

AKM için kılını kıpırdatmadı, ‘TÜSAK Tuzaktır’ dediğimizde sanat kurumları için  ‘körelmiş, ömrünü tamamlamış’ dedi. Bak şimdi de aynı şeyleri yapıyor, hem de en müptezel biçimiyle, ‘Başkanlık ülkenin önünü açacak deniyor, ben buna inanıyorum, çünkü tıkandık’ diye demeç veriyor. Şimdi bu adam sahnelerden alkışlanıyor. Şunun en son yaptığına bir bak ya..’Emek Sineması bir kültürel varlıktır, yıkılamaz’ diye sokaklara çıktık, sinemacılar, oyuncular, yazarlar, halk bir arada anımsadın mı, günlerce mücadele edildi. O yine sesini çıkarmamıştı, meğer beyimizin derdi yeni yapılacak salona kapaklanmakmış. Git şimdi İstiklal caddesine, o viran edilmiş Emek Sineması’nın girişinde bunun boy boy afişlerini göreceksin.

-Oha!

-Oha ya ohaaa.

-Ne yapacağız ağabey bu tür kımılları, canım yanıyor, sen birini anlattın, resimde, müzikte, edebiyatta bunun gibileri sürüyle.

-Çöpe süpüreceğiz.

Korkmadan, yılmadan, sonuna kadar kavga ederek, gerektiğinde sanatın kızılcık sopasını elimize alarak.

-Akşam buluşalım demiştik?

-Tamam, sevişen ağaç var ya Moda burnunda, oradan bakalım kararan ışığa.

-Geleyim mi tiyatroya kadar, benim vaktim var.

-Gelme, Ahmet’e uğra. Bana bir Cemal Süreya ayıracaktı, varsa bir tane de sana versin, akşama iki kadehlik sevinç yüklenir, demleriz şiirleri ısınırız.

-Demleriz.

[email protected]