Sıra bizde…

Gazeteciler İstanbul’da, sağlık emekçileri Ankara’da tarihlerinin en büyük eylemleriyle sokağa çıktılar.

Sıra sanatçıların seslerini-sözlerini birleştirip ortaklaşmalarına gelmedi mi?

“Yerli dizi, yersiz uzun” eyleminde AKM avlusunu doldurup, Taksim Meydanına taşan oyuncu kardeşlerimin, uluslararası bir gün olarak kutlanan Dünya Tiyatro Günü’nde yeniden bir araya gelerek istemlerini haykırmalarından daha doğru ne olabilir?

Mesele yalnızca salonlarımızın yıkılması, yok edilmesi, halkın sanat etkinliklerinden eşit biçimde yararlanmasının önüne set kurulması değil kültürel dokunun tahrip edilmesi, ‘kentsel dönüşüm’ adıyla talanların önünün ardına kadar açılması, doğanın canına kast edilmesi ve sanat alanlarına karşı düşmanca bir kinin de üretilmesidir.

Kentlerimiz giderek beton yığınlarına esir edilen, yaşam alanlarımızın daraltıldığı ve adeta toplu mezarlar görünümündeki yapılaşmaların kurbanları olmaktadır.

Çağdaş insan yaşamlarını düzenleyen kent mimarilerini uygulamak yerine, adım başı yükselen gökdelen çılgınlığı, hayatı gökyüzüne doğru hapsetmek değil ise nedir?

Bu yapıların hiçbirinde sanata, güzele, estetiğe yer yoktur.

Sanatçılar elbette kendi özlük haklarını talep etmek için de seslerini yükselteceklerdir.

Son 9 yılda, devlet opera-bale-senfoni ve tiyatrosu çalışanı binlerce sanat yaratıcısının yaşam koşulları daha da zorlaştırılmış, bu kurumlarda sözleşmeli çalışanların durumu kölelik boyutuna kadar itelenmiştir.

Tekel işçilerinin başına bela edilen 4-C uygulaması, şimdi sanat kurumlarının kapısına dayatılmıştır.

Özel tiyatroların sorunlarıysa artık kangren olmuş bir yara halindedir!

Her defasında dile getirdiğimiz, salonsuzluk, kadrosuzluk, iş güvencesi olmayan, kimliksiz, devlet tarafından itelenmiş-ötelenmiş, yandaş örgütlemek için kapanlar kurulmuş, estetik seviyeleri sıfırlanmış, denetimsiz bir alan yaratılması kimlerin işine gelmektedir?

Bu sorularının yanıtları yıllardır ortadadır ve yıllardır muhatap aranmaktadır.

Amatör ve üniversite tiyatrolarıysa yok edilmek üzeredir.

Bugün, sağlıklı tiyatro topluluklarına sahip üniversiteler parmakla gösterilecek kadar azdır.

Kültür merkezleri adıyla örgütlenmiş öğrencilerin sanat üretme alanları, rektörlerin tercihlerine terk edildiği için tek tek kapatılmaktadır.

Amatör tiyatrolar, oyun oynayacak salon bulmakta ve seyircilerine ulaşmakta tarihin hiçbir döneminde bu kadar olduğu kadar zorlanmamışlardır.

Belediyelerde kültür-sanat çalışanı durumundaki insanlarımızın ise, ülkemizdeki çalışma tanımlarına uymayan koşullarda “istihdam” ediliyor olmaları gülünçtür.

Ankara Büyük Şehir Belediyesi dâhil birçok belediyede tiyatro yapmak-üretmek için didinen meslektaşlarımıza, temizlik işleri ya da park bahçe müdürlüğü personeli olarak kadro verilmesi, ya da tamamıyla kadrosuz çalıştırılıyor olmaları bir insan hakkı ihlali değil midir?

Bugün, İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Şehir Tiyatroları dışında hiçbir belediyenin tiyatro sanatçısı ya da tiyatro birimi ‘istihdam’ etmesi mümkün değildir.

Merkezi hükümet, belediyelere bu kalem başlığında herhangi bir fon, kadro aktarmamakta, bunu kendi sırtında bir kambur olarak görmektedir.

Eskişehir gibi kendi bütçesini kendi oluşturan ve bunu kent halkının sırtına yıkmadan tüm olanaklarını seferber ederek gerçekleştiren bir başka belediye bulmak ise olası değildir!

Yerel yönetimlerin sanatsal etkinliklerde bulunamaması aynı zamanda, yurttaşlık hakkının da gaspı değil midir?

Her tür hizmeti özel sektöre ‘pas eden’, taşeronlaşmanın önünü açan, insanları iş güvencesinden ve güvenliğinden yoksun, sendikasız ve sigortasız bırakan kölelik düzeni sistemleştirilmektedir.

Sanat örgütlerinin de önünü tıkanmıştır.

Kültür Bakanlığı, AB standartları deyip alandaki yapılaşmaların ‘birlik’ adıyla örgütlenmesini dayatmış, bunun için binlerce akıl çürütmüş sonuç fiyasko olmuştur.

Meselenin gelip ‘telif’ haklarında düğümleneceğini söyleyen örgütlerin istemleri ötelenmiştir.

Sonuç ortadadır.

Bugün tiyatro emekçileri ile sinema emekçilerinin ortak sorunlarını aşmak için dillendirilen tüm istemlerin önü tıkanmış çıkması beklenen yasa çoktan çöpe atılmıştır!

Göstermelik olduğu açık olan ‘setlerde müfettiş’ uygulaması da komiktir!

Aslında bu uygulama AKM önünde ortaya çıkan ‘yerli dizi yersiz uzun’ ortak aklını hiçe saymaktır.

O gün orada kurulan kürsüden meslektaşlarımızın söylediği hiçbir hak ihlalinin peşine düşmeyen devlet, kendi senaryosunu kendisi yazıp, kendisi oynamaya kalkmıştır.

Buradan bir sonuç çıkmayacağı açıktır.

“Yeter Artık Yıkılsın” diye ortaya çıkan aklın ise gizlediği hiçbir şey yoktur.

Artık ‘ucube’ duruma getirilmeye çalışıldığı anlaşılan AKM için alınan mahkeme kararları uygulanmalı, bina öngörüldüğü biçimde onarılıp asıl sahiplerine teslim edilmelidir.

O bina kimsenin babasının malı değil, bu kentin, bu ülkenin ortak evidir.

Muammer Karaca Tiyatrosu için yıkım hesapları yapan, bunun için koruma kurullarından ‘turizm alanı’ belgesi alarak oraya bir otel dikmeyi hesaplayan aklı da şiddetle kınadığımız bilinmelidir.

Muammer Karaca Tiyatrosu’nun bu ülkenin tiyatro sözcüklerine, tiyatro ustalarına, oyuncularına, seyircilerine ev sahipliği yapmayı sürdürmesinin önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır.

Muammer Karaca Tiyatrosu, Muammer Karaca adına yaşayan-üreten bir müzeye dönüştürülmelidir.

Harbiye Muhsin Ertuğrul üstüne onlarca söz edildi.

Son durumda bu binanın da içinde bulunduğu arsayla birlikte, tüm alanın ihale yoluyla ‘intifa’ karşılığı kiraya verilmesine kadar getirildi.

Arsası bile kendine ait olmayan bir tiyatro, kimin malı olabilir?

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, tıpkı Haliç Kongre Merkezi’nde olduğu gibi burada da işletmeyi satarak, rantın kapılarını sonuna kadar açmış günlük kira ederlerinde sanat-sanatçı-halk çıkarı gözetilmeksizin, belediyeye gelir kapısı oluşturmanın hesaplarını yapmıştır.

Bugün, işletmeleri özelleştirilmiş hiçbir salon ya da merkezde sanatsal bir faaliyet üretmenin maddi olanağı kalmamıştır.

Uygulamalar tamamıyla keyfidir ve hepsinden önemlisi, saptanan kira rakamlarıyla oralarda ancak İMF ve Dünya Bankası gibi para tüccarları boy gösterebilirler.

27 Mart Dünya Tiyatro Günü için kara haberler yalnız bunlarla sınırlı değildir.

Kadıköy yakasında halkın nefes aldığı, bir yarısı konservatuar olarak kullanılan Haldun Taner Sahnesi de yıkılmak istenmektedir.

Yanı başına yapılan metro istasyonu buna gerekçe gösterilmektedir.

Bu yıkım önerisini ortaya atan akıl çağın yobazlarının, sanat düşmanlarının aklıdır.

Haldun Taner Sahnesini, üç kuruşluk rant uğruna yıkılabileceklerini-yok edilebileceklerini düşünenler, karşılarında direnen sanat örgütlerini, insanlarını bulacaklarından da emin olmalılar.

2011 Dünya Tiyatro Gününde “Yeter Artık Yıkılsın” diye ortaya çıkışımızın daha birçok nedeni var elbette.

Bu ülkeyi uçurumdan yuvarlayıp, her gün biraz daha bataklığın ortasına çeken, yokluğu-yoksulluğu-yolsuzluğu-adaletsizliği gündelik iş edinen, yandaş doyuran, hak budayan kara akla esir düşmemek ve bu saltanata boyun eğmediğimizi göstermek için, şimdi sıra bizlerdedir.

[email protected]