Sennur Sezer için…

“Ağrımasa bilir miydim yüreğim yerini.”

Sizin hiç arkadaşınız öldü mü?

Benim öldü, hem de çok.

Hayattan yıllar çalınca günü geliyor hayat çaldıklarınızı geri alıyor.

Yalnızlaşıyorsunuz, yoksunlaşıyorsunuz, hazan gelip konuyor bedeninize.

Bildiğiniz kelimelere yeni anlamlar katmaya çabalıyorsunuz, üstünüz- başınız sözcüklerden geçilmez oluyor.

Düne bakıyorsunuz.

Sahnelere, meydanlara, siyah-beyaz perdelere, kitapçı dükkânlarına, çocuk parklarına, çiçeğe durmuş bir kiraz ağacına, sonra uzun ince dar bir sokakta buluyorsunuz gölgenizi, dokunmak istiyorsunuz olmuyor, ellerinizi bulamıyorsunuz.

Sesler çoğalıyor kulaklarınızda, uğulduyor yüreğiniz, kimsesizleşiyorsunuz hem de hayatın orta yerinde hem de çok kalabalıkken, hem de daha yeni başlamışken aşkı keşfe, yoksullaşıyorsunuz.

Siz ne derseniz deyin, şu karşı parkta cıvıldaşan çocuklar, sokakta kâğıt helva satan Zeynep teyze, sıcak ekmeği okşayan el ne derlerse desinler sevmiyorum hazanları.

Ağaçların çıplaklığını, çiçeklerin küskün sönüklüğünü, kuşların ağlak hallerini, kedilerin sızlanmalarını sevmiyorum. Ölüme yatan hayat kendine isyan ediyor gibi geliyor bana.

Bir de ne oluyorsa oluyor geliyor sizi buluyor, kolunuzu kanadınızı buduyor, sevinçlerinizi boğuyor, çaresizleşiyorsunuz.

Ben bütün güzel dostlarımı bu kahredici hazan mevsimlerinde yitirdim.

Öyle oldu işte, Sennur’da öyle gitti, durduk yerde Çınar ağacının gövdesinden kopan kocaman bir dal gibi düşüverdi toprağa.

Bir kez daha sustu ellerim.

Toprağa tohum atmaya, ekin biçmeye, emeği özgürleştirip bir kır bahçesi yapmaya, çocuklarla halay kurmaya, sabahları düğün evlerinde uyanmaya, subaşlarında bozlak türküleri söylemeye hasret bir yürek sustu.

Sözcüklerle kavga etmeye, Neruda, Nâzım, Aragon, Brecht ve binlerce yoldaşını yeniden ve yeniden okumaya, türküler çığırmaya, kalabalılar halinde dostlarıyla kucaklaşmaya, geniş çayırlıklarda koşmaya, öpüşen sevgilileri selamlamaya, ülkesinin eşit ve barışık olmasını görmeye hasret.

Sizi bilmem ama bana binlerce sözcük bıraktı.

Yüreğim içinde dolaşan, kanıma karışan aklımın ritmini sağlayan, coşturup sevinçlere boğan, ‘ileride bir yerlerde ışık var koş çoğal orada’ diyen.

İşçilerin öfkelerini bıraktı, çok olmanın sevdasını, ırmaklaşmanın sevincini, zulme kin biriktirmeyi bıraktı.

Umudu bıraktı, sabahın alacasında elime tutuşturulan bir kurşun kalem bir kahverengi defter sayfası, tavandan sızan ışık, üstüme yağan hüzün bıraktı bir de martı çığlıklarının henüz yazılmamış bir senfoni olduğunu.

Sizin hiç arkadaşınız öldü mü?

Benim öldü.

“Ağrımasa bilir miydim yüreğim yerini”

[email protected]

*Bu yazı 12 Ekim Pazar Günü Evrensel Gazetesi’nin Pazar ekinde yayınlaşmıştır.