Omurga…

Susuyorlar.

Ağızlarını bıçak açmıyor.

Kongre Vadisinin içindeki Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin kapıları yüzlerine kapandı.

Müdürlükleri baraka bina Reşat Nuri Sahnesine, sanat yönetmenlikleri Letafet Apartmanına apar-topar taşınıyor.

Tiyatroları hayatlarından tecrit edildi.

Bölgeye tüm giriş çıkışlar ikinci bir emre kadar yasaklandı.

Hani bina sizin malınızdı, size devredilmişti, o yapı üstündeki ‘tüm kullanım’ hakları da sizindi, ne oldu?

Susuyorlar.

Boyun eğmekten boyunları kırılacak!

Şaşırıyorum.

O salon yıkılırken alkış tutanlar, açılışında el-etek öpenler, Başbakan, Kültür Bakanı ve Belediye Başkanının yanında secdeye varanlar, töreni canlı yayınlarla sunanlar-manşetlerinden büyük puntolarla aktaranlar nerdesiniz?

Yıkıma karşı olan bizleri, “düşman” ilan edenler nerdesiniz?

Bu kadar omurgasızlık olur mu?

Pes doğrusu.

Dönüp dönüp bu sürecin başladığı ilk güne küfrediyorum!

Yıkım fikrini ortaya atan AKP uzunca bir süre taraf bulamamıştı.

Sonra olan oldu. ‘Solcu’ diye bilinen bir zat, ihtiraslarına yenik düşerek sanat yönetmenliğini kabul etti.

İşte her şey o gün bitti.

Kurum içinde ve dışında yıkıma karşı olanlar bile, bu beyefendinin ve belediyenin ‘ikna seanslarına’ yenik düştüler.

Sonunda utanmadan-sıkılmadan yıkım kararı imzalandı.

Dozerler salonun üstünde homurdanırken, anılarında saklı tutacakları iki kare fotoğraf için bile orada değildiler!

Yuvalarına çomak sokulan karıncalar savunmaya geçerler.

Bunlar karıncalar kadar olamadılar.

Kaçtılar.

Şimdi de kaçıyorlar.

Gerçeğe yenik düşmek böyle bir şey olsa gerek!

Yalnız bu olayda değil, meslek alanlarıyla ilgili yaşanan her olayda susuyorlar.

Ağzında pabuç kadar sakızla birinci sıradan oyun izleyen başbakan kerimesinin tiyatro düşmanlığı açıklamalarına, bakan efendinin yaylım ateşine susuyorlar.

Ankara’dakiler, İzmir’dekiler, Sivas’takiler meslekten değil mi?

Devlet Tiyatroları’nda olup-bitenler sizi hiç mi ilgilendirmiyor?

AKM’nin hayalet yapıya dönüştürülmesine, Muammer Karaca’nın yıkım hazırlıklarına, Emek Sineması’nın derdest edilmesine, Kars'ta insanlık anıtının yıkımına susuyorlar.

Yapımı “bütçe sıkıntısı” gerekçesiyle durdurulmuş Reşat Nuri Sahnesi’nin durumuna, büyük bir yalan olduğu ortaya çıkan İstanbul Sahnesi için yapılan proje yarışmasından öteye gidilmemiş olmasına susuyorlar.

Geçtik bunları özlük haklarının tırpanlanmasına da susuyorlar.

Diller lal.

Darülbedayi geleneğine yazık ediliyor.

12 Mart, 12 Eylül darbelerine direnen, bu yüzden oyuncuları-yönetmenleri cezaevlerine atılan, işten çıkarılan ama sonuna kadar dayanışıp, haklarını yasal yollarla kazanan bir yapı çökertiliyor.

Bu çatının altında tiyatro, korkakların, teslim alınmışların işi haline getirilmeye çalışılıyor, akıllar esir ediliyor, buna suskun kalmak 21. yüzyılın ayıplarından biri olsa gerek.

Utanıyorum.

Ancak, bir kez daha kara akla boyun eğmeyenlere ne kadar çok iş düştüğünü ve yolumuzun ne kadar uzun olduğunu düşünüp, yüreğimizi ‘serin tutmak’ gerektiğini algılıyorum.

27 Mart Dünya Tiyatro günü AKM önünden, son süreçte Ankara ve İzmir’deki sanatçı dostlarımdan yükselen seslere kulak veriyorum.
“Tiyatrocuysan boyun eğmeyeceksin, boyun eğeceksen tiyatrocuyum demeyeceksin.”

[email protected]