Ölüm Adın Kalleş Olsun…

Kardeşim Yaman Tarcan bu aşağılık, kirli ilişkiler ağının ördüğü cambazlıklara, daha fazla seyirci kalamayıp isyan eder gibi, ölüme yattı.
Uzunca yıllardır tanıyordum.
Birlikte aynı üretimlerin içinde bulunduk.
Aynı aklı kovaladık.
Sanatın gerçekçiliğiyle yıkamaya çalıştık yüzümüzü. Ellerimizi emeğin ve barışın, eşitliğin ve özgürlüğün halayları için birleştirdik.
1985 yıllarıydı, Uşak'ta TRT için çekilen "Köroğlu" dizisinde, yağız bir delikanlıydı.
Dağ, taş demeden at sırtında olmak istiyordu.
"Özgürlük bu olsa gerek, baksana yaşam ayaklarımızın altında dörtnala akıyor"
Hırçın akan dereleri seviyordu, bir de elma ağaçlarını.
Dalında kalmış, o koparılmaya bile değmeyen, zayıf, cılız ve kimsesizleşmiş kurtlu elma için: "Seni benim için bırakmışlar gel bakalım" dediği an, ikimizde birer cirit atının sırtındaydık.
Türkülere vurgundu. Yanık olanlarına.
Bozlak deyince içi akıyordu sanki. O 'bed sesi ile' söylemeye kalkmadığı sürece, sorun yoktu!
Kırılgan ama hiddetli, haksızlıklara isyankar ama umutlu.
Sonra, bir çok yaratıda kesişti yolumuz, dostluğumuz da öyle.
"Hoşcakal Yarın" filminin setinde olmanın "bir görev" olduğunu söylerken ve Denizlerin idama gidişinin çekildiği sahnelerde hüngür hüngür ağlarken, yüreği de kanıyordu.
Birlikte yaşadığımız son tiyatro yolculuğunda ise üzülmüştük!
Prova dönemlerinde 45 gün emek verdiğimiz "Ayşe Opereti" birden bire hayal olmuştu!
Hep araştık. Sohbetleşip, dertleştik.
Ülkede yaşananlar canını acıtıyordu.
Alanda yaşananlar ise, kahrediciydi!
Hem ÇASOD, hem SİNE-SEN çatısı altında, meslek için verilen mücadeleye katkı sunmaya çabalarken acemilik ve cahillik yüzünden sisteme yenik düşüyor olmamıza, amansız sinirleniyordu.
Sonunda Yaman, kanadı kırık bir kartal gibi, kanlar içinde çekip gitti.
Ölüm adın kalleş olsun.
Sorunlar ise çakılı kazık gibi yerinde duruyor.
Küfür-hakaret içerikli yayımlar, Tiyatro Dünyası'nın büyük bir kirliliği olarak gündemimizi işgal ediyor.
Ortak metnin altına atılan imzalar, nasıl bir sonuç oluşturacak birlikte yaşacağız.
Ancak, "hakaret eme" bahsi, basın açıklamalarında bile kirli cümleler kurma cahilliğinde yaşandığına ve buna bile "iyi haber" deyip sayfalar açıldığına göre, işimizin ne denli zor olduğunu yeniden anlayabiliyoruz!
Elbette günü gelir, gerçekler ortaya çıkar ve küfürbazlar küfürleri, hakaretleri ile baş başa kalırlar.
Sahtecilikte bu yüzden kaybeder ve gerçek hep kazanır.
KINIYORUZ çağrısının karşılık bulmasını ummak ve bunun için sonsuza kadar gerçeği kovalamak yanı başımızda duracak.
Ama bu günlerde üstünde durmamız gereken asıl mesele, TODER'in başına çöreklenmiş olan kara aklın, bir an önce olup bitenlerle ilgili açıklama yapması gerekliğidir.
Basına duyurduğumuz, yayınlarımız aracılığı ile paylaştığımız metni aktarırsak, sizler de durumun nasıl karanlık bir aklın işi olduğuna karar vermede zorluk çekmezsiniz.
"Haftalardır tiyatro Ve Tiyatro Oyuncuları Derneği (TODER) adına imal edilen bir skandalı tartışıyoruz. 27 Marttan birkaç gün önce, TODER Başkanı Ulvi Alacakaptan imzalı telefon mesajları 27 Mart Dünya Tiyatro Günü etkinliklerinin ertelendiğini duyurmuştu. Gerekçe, Büyük Birlik Partisi Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu'nun hayatını kaybetmiş olmasıydı. Tiyatrocuların Yazıcıoğlu'nun ölümüne dünya çapında yas tutması, dolayısıyla 27 Mart Dünya Tiyatro Günündeki etkinliklerini iptal etmesi gerektiği önermesi doğal olarak şaşkınlıkla karşılandı.
Burada dikkat edilmesi gereken husus, mesajın kişi olarak Ulvi Alacakaptan adına değil, Türkiye'deki tiyatro oyuncularının bir meslek örgütü ve Uluslararası Aktörler Federasyonu (FIA) üyesi olan TODER adına gönderilmiş olmasıydı. Yoksa özel olarak Alacakaptan'ın kime yas tutup duacı olacağı tiyatro camiasını ilgilendiren bir husus değildir.
Peki, Yazıcıoğlu kimdi?
Birkaç ay önce kaybettiğimiz Harold Pinter gibi bir tiyatro ustası mı? Ya da bilmediğimiz bir şekilde Türkiye tiyatrosuna büyük hizmetlerde bulunmuş bir tiyatro aşığı mı? Varsayalım ki öyle tiyatrocuların 27 Mart'larda değer verdikleri kişileri anmaları perdeleri kapatmak şeklinde olabilir mi?
Empati kurmasına yardımcı olmak üzere Ulvi Alacakaptan'a soralım: Yazıcıoğlu Ramazan Bayramı arifesinde ölse, TODER adına Ramazan Bayramı'nı da iptal edecek ve üyelerinin bayramlaşmalarını erteleme kararı mı alacaktı?
Peki, Yazıcığlu gerçekte kimdi?
12 Eylül öncesinde savunmasız 7 TİP'li gencin öldürülmesi başta olmak üzere pek çok faşist katliamın faili ve sorumlusu, 12 Eylül sonrasında Sivas katliamından Hrant Dink cinayetine karanlıkta bırakılan pek çok vakaya karıştığı bilinen siyasal bir partinin lideri değil miydi? TODER Başkanı Ulvi Alacakaptan'a defalarca ve çeşitli yollardan soruldu: 27 Mart 2009 "Dünya Tiyatro Günü"nde yapılacak olan etkinliklerini "Üzücü Kaza nedeniyle bugün yapılacak Dünya Tiyatrolar Günü etkinliğimiz 3 Nisan Cuma 19'a ertelenmiştir. TODER-ULVI ALACAKAPTAN" mesajında bahsettiğiniz üzücü kaza Muhsin Yazıcıoğlu'nun hayatını kaybetmesi midir? Ettiyseniz gerekçelerinize açıklık getirebilir misiniz?
Yanıt vermedi, veremedi...
Alacakaptan'ın sığındığı karanlık TODER adına 27 Mart Dünya Tiyatro Günü'ne düşürülen lekeyi gizleyemiyor, gizleyemeyecek.
Bu gerekçelerle biz aşağıda imzası olanlar, başta TODER Yönetim Kurulu Başkanı Ulvi Alacakaptan'ı ve bu konuda yaşananlara rağmen hiçbir açıklama yapmayan, dolayısıyla sükûtlarının ikrarlarından geldiğini düşündüğümüz TODER Yönetim Kurulu üyelerini Maraş Katliamı, Bahçelievler Katliamı başta olmak üzere birçok katliamda bu ülkenin aydınlığına kurşun sıkan cellâtlara gösterdikleri "üzücü kaza hassasiyeti!" yüzünden istifaya davet ediyoruz.
8 Haziran 2009 tarihine dek toplanan protesto imzaları, akabinde TODER yönetimine iletilecektir. "
Bu çağrılar, Tiyatro tarihinde bir ilktir. Elbette her ikisi de çok değerlidir.
Bir kez daha, sahtecilik-küfür ve hakaret, faşizm ile birlikte anılıyor.
TODER YÖNETİMİ İSTİFA metniyle, yönetimi gasp edilmiş bir emek örgütü, meslektaşları tarafından aklanmaya davet ediliyorlar.
Yüzlerle ifade edilen imzalar yalnız olmayacağımızı gösteriyor, karşılığını birlikte yaşayarak göreceğiz.
Katil övücüleri içimizden ayrıştırmadan, geleceğin sevdası üstüne kelam etme hakkımız olduğunu sananlar da yanıldıklarını anlayacaklardır.
Gündemimize düşen başlıklardan bir diğeri, "Davet" adlı yürüyüş çağrısıdır.
Çağrıyı okudukça meslek alanımızla ilgili tek sorunun bile dillendirilmemiş olmasını, amansız biçimde yadırgadığımı söylemeliyim.
Yanıtlanması gerekli sorularım var.
Dört yıldır Dünya Tiyatro gününde Oyuncular, operacılar, dansçılar, müzisyenler, ışıkçılar, dekorcular, yazarlar, çizerler, aydınlar "Salonlarımız yıkılamaz" derken, "AKM değil, AKP yıkılacak" derken bu çağrı metnini kaleme alan 'ustalar', en azından büyükçe bir çoğunluğu, nerdeydi acaba?
Peki ne oldu da birden Tiyatrocuları sokağa, yürüyüşe "davet" gereği duyuldu?
"Davet", özelde tiyatro alanında yaşanan tüm kirliliğe, genelde ise, AKP'nin tüm sanat ve kültür alanlarındaki kara aklına dair neden tek cümle içermiyor?
Yine de orada olacağız. Olup bitenleri birlikte gözleyeceğiz.
Bunu en azından Yaman Tarcan adına, bir yurttaşımıza çiçek vermek için yapacağız.
Ancak, basına söylenecek süslü-püslü sözlerin bir yarar sağlayacağını ummak, galiba safdillik olacak!
Ülkeye sahip çıkmanın elbet bir erdemi var, ama yüreklerimizi titrek tutmanın hiçbir yararı yok.
cesaret, biraz daha cesaret hanımlar beyler!
Madem sırça köşklerden çıkılıyor, sokağın da bir sahibi var, unutulmasın.
Görmüyor musunuz a canım efendim! AKP, kent sokaklarını da sanata kapatıyor.
Yenikapı Tiyatrosu'nun başına gelen faşist saldırılar, gözlerimizin önünde yaşanıyor.
[email protected]
*Kampanyalar için:
http://www.tiyatrodergisi.com.tr/
http://ozgursanat.blogspot.com/2009/05/toder-yonetimi-istifa.html