Ne zaman…

Yanardağ oluşumu ve sonrası ile ilgili bir belgesel izlemiştim.

Lavlarını püskürtmeden önce, o koca dağın bütün bedeni adeta ateşler içinde kıvranıyor.

Çevresindeki bitki örtüsünü dağlayarak yakıyor, ısı doruğa çıktığında yakın yerlerindeki yaşam alanlarında halk ve tüm canlılar kendiliğinden göç ediyorlar, çevresinde kuş uçmaz, su akmaz, üstünde bulut, yıldız, ay güneş, rüzgâr kalmaz oluyor.

Ansızın büyük böğürtülerle kızıl bir alev gibi ateşler kusmaya başlıyor.

Gökyüzüne ulaşmaya çalışan ateş topları, aynı hızla yere yayılıyor ve kilometrelerce uzunlukta ateşten ırmaklar oluşuyor.

Püskürme, ilk andaki ortaya çıkışından hiçbir ivme yitirmeden günlerce sürebiliyor.

Ateşten ırmaklar tanımını boş yere kullanmadım.

Uzaktan çekilen görüntülerde aynı kaynaktan çıkan ve içinden geçtiği her yeri kavurup geçen ateşten nehirleri görebiliyorsunuz.

Ağacı, kuşu, insanı, suyu yutan ve günü gelip söndüğünde toprakla bütünleşerek yeni bir hayatın oluşmasına evirilen kızgın lavlar, zamanla yaşamın bir parçası haline gelip, yok olup gidiyorlar.

Oralarda yeni hayatlar doğuyor.

Şaşırtıcıdır.

Yukarıda, tüm azametiyle her an püskürmeye hazır, adeta sürekli soluyan canavar gibi duran yanardağa inat; yeni su kaynakları oluşuyor, yeni ağaçlar, yeni kuşlar, böcekler, yeni yaşam alanları, hayata ve yeşeren toprağa saygılı cıvıl cıvıl yeni insanlar.

Görüntüler akıp giderken, ülkemin sıkıştırılmış bir yanardağ kadar öfke biriktirdiğini düşünüyorum.

Acının ve hüznün, yokluğun ve yoksulluğun, işsizliğin ve hırsızlığın, kanın, kinin, katliamların, sanat-sanatçı düşmanlığının, din simsarlığının, savaş kışkırtıcılığının, doğa ve kültürel varlıkların talanlarının öfkesi.

Ötekileştirmenin, kendinden olmayanın düşman ilan edilmesinin öfkesi, özgürlüklerin kelepçelendiği, düşüncelerin yasaklandığı, nefretin büyüdüğü, dahası her gün, her an söylenen aynı yalanların yarattığı derin travmanın öfkesi.

Hayal mi görüyorum?

Yoksa çoktan bu yanardağ püskürdü ve hayat tersine evirilerek, gericiliğin boyunduruğunda bir köleler ülkesi mi olduk?

Bu yüzden mi dillerimiz lal, kulaklarımız sağır?

Bu yüzden mi vicdanlar kör, erdemler yitik?

Bu yüzden mi kanlı bir film izler gibi izliyoruz soysuzlukları?

Ne zaman yeşerecek bu toprak, ne zaman çiçek bahçesinde halaylar kurulup şarkılar söylenecek, ne zaman büyük bir ırmağın berrak sularında aşk ile yıkanacak, ne zaman aynı güneşin altında sevinçlerimizi haykıracağız?

Ne zaman?

[email protected]