Ne istiyoruz…

Geçen hafta yayımlanan, ‘Gönüllü kölelik’ yazısı için birçok meslektaşımdan ileti aldım.

Bir kez daha yineleyelim, duymayan dostlar da duysun.

Yürürlükte olan 12 Eylül Anayasasına göre, tiyatro alanında bir sendika kurma hakkımız yok.

Bir anayasal değişiklik yapılmadığı sürece kurulacak her sendikal yapılaşma, daha ilk gününde ‘düşmüş’ olacaktır.

12 Eylül’den bugüne hükümetlerin gündemine girmeyen sorunumuz için, bugün de yapılan hiçbir şey yok.

Süreci birlikte yaşadık. Olup-bitenlerin hepsi yakın tarihlerde gerçekleşti.

Hemen her konuda mangalda kül bırakmayan Kültür Bakanlığı’nın, sanat alanlarını giderek tiyatromuzu özgür-eşit kılacak, uluslararası anlamda gelişip değişmesine katkı sunacak, alan çalışanlarının özlük hakları konusunda çabalar ortaya koyacak bir tek girişimi bile olmamıştır.

Bakanlık temsilcileri, geçen yılın sonunda, İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde gerçekleştirilen toplantılarda koro halinde, “kurun birliğinizi sizi muhatap alalım” diye ünlediler.

Bizler de, “hangi birlik, ne için, ne işe yarayacak, dünyada bu sistem terk edileli yıllar oluyor, imzalanan AB anlaşmalarında, alan örgütlenmelerinin sendika olması gerektiği konusunda önermeler var, neden o önermeler dikkate alınmıyor, birlik dediğiniz bir oda mıdır, dernek midir, nedir bu sihirli yapılanma?” diye sormuştuk. Yanıt tek cümleydi, “Telif haklarını başka türlü çözemeyiz.”

Sanki ülkedeki sanat alanlarının tek sorunu buydu.

Bakan bey baktı ki alanlara önerdiği yapılaşma kabul görmüyor, birtakım yandaşlarını makam odasında ağırlayarak, ‘meslek birliği’ kurulması için karar aldırttı.

Bilinen birlik, bir aylık bir zaman diliminde kuruldu, genel kurulunu yaptı, yönetimini seçti, sonra ne oldu?

Fıssss.

O gün bu gündür ses-seda yok.

Zaten ses çıkarma olanağı da yok.

Ama AKP bir adım atmış oldu ya, sen ona bak!

Bu çalışmaya ön-ayak olan arkadaşlar, nasıl tuşa getirildiklerini gün gelir anlayacaklardır diye umalım.

Peki, bu süreçte parlamentodaki muhalefet partileri ne yaptılar?

Onlar zaten hep seyirci idiler, yine öyle oldular.

Bizler, alan olarak ne yaptık peki?

Bizler de seyrettik.

“Umut fakirin ekmeği ye Mehmet ye”

Bu seyrin içinde ‘güven’ duygusu vardı, ‘samimiyet’ duygusu vardı, ‘inanma’ duygusu vardı!

Bunun için kürsülerden nutuklar çekildi, insanlar bir takım ‘ulvi istekler’ için birleşmeye çağrıldı.

Peki, şimdi gelinen yerde, ‘aldatılma-kandırılma-hiçleme’ asıl kimin niyetiymiş anlayabildik mi?

AKP girişimlerini ve alandaki çatlak seslerini ötelediğimizde, tiyatro ve oyunculuk alanında örgütlenmiş temel yapılaşmaları anımsamakta yarar var.

TO-MEB (Tiyatro Oyuncuları Meslek Birliği)

TO-DER (Tiyatro Oyuncuları Derneği)

KÜLTÜR SANAT-SEN (Kültür ve Sanat Emekçileri Sendikası-KESK)

SİNE-SEN (Sinema Emekçileri Sendikası-DİSK)

İŞTİSAN (İstanbul Şehir Tiyatroları Sanatçıları Derneği)

TOBAV(Devlet Tiyatrosu, Opera ve Balesi çalışanları Yardımlaşma Vakfı)

Ayrıca Sinema oyuculuğu, yazarlığı ve yönetmenliği alanında örgütlenmiş, üyelerinin büyükçe çoğunluğu tiyatroculardan oluşan ve alanlarında yaptıklarıyla öne çıkmış derneklerimiz de var.

ÇASOD (Çağdaş Sinema Oyuncuları Derneği)

SODER (Sinema Oyuncuları Derneği)

YÖN-DER (Yönetmenler Derneği)

SEN-DER (Senaryo Yazarları Derneği )

Ve bütün bu yapılaşmaların çatısı olarak, yasa teklifi bile hazırlatan, ÖZERK SANAT KONSEYİ.

Görüldüğü gibi meydan boş değil. Dostlarımız, hak ve özgürlükleri için olması gereken örgütlenmeleri çoktan hayata katmış durumdalar.

İşte AKP’nin ve yandaşlarının görmek istemediği, tam da bu olsa gerek.

Anlaşıldığı üzere, kendisi gibi düşünmeyen-kendinden olmayan insanların oluşturdukları örgütlenmeler, bu zevat için ‘tehlikeli yapılar’!

Bu durumu böyle tanımlamak, birileri için ‘ayrımcılık’ yaftası yapıştırmaya neden oluyormuş!

Varsın öyle olsun.

Ayrımcılığın ne olduğunu ve alanda kimlerin ayrımcılık düşleri kurduğunu, kimlerin ‘yarılma’ oluşturarak yeni gedikler açarak örgütlenme iradesinin önüne dikildiğini, bunun için deyim yerindeyse, bütün arpalıklarını sonuna kadar açtığını bilmeyen yok!

Savım şudur ki sevgili kardeşlerim, eğer yeni bir SENDİKA örgütlenmesi ortaya çıksın, alanımızın ortak sesi ve soluğu olarak sistemle hesaplaşan bir çizgide özgürlük ve eşitlik kavgası vererek haklarımızı talep etsin ve de bunlar için sonuna kadar mücadele etsin diyorsak, bu yapılaşma yukarıda adlarını sıraladığım örgütlenmelerin katılımı olmaksızın olası değildir.

Ülkenin içinden geçtiği kırılma hattı büyüdü ve çatlak hepimizi yutacak bir derinliğe ulaştı.

Bu hattın üstünde, emekçi halkla çıkarlarını ve gelecek mücadelesini birlikte örmeyen bir sanat örgütlenmesinin şimdiden çatlağın ta dibine yuvarlanacağı öngörümü ise tartışmaya açarak sendika kurma isteğimizin yolunun da, eşitlikçi-özgürlükçü-toplumcu bir Anayasa mücadelesinden geçtiğini, hiç unutmayalım isterim.

[email protected]