Ne çok ölüyoruz...

Sessizce göçüp gidiyoruz aranızdan.

Kırılmış aynalara yansıyan sevinçleri yitmiş yüzler gibiyiz, paramparça.

Son kez çıkıyoruz sahneye, ağlak çiçekler, yitik gözyaşları, kahır, bir tutam acı, bir tutam hüzün sonra birkaç ‘fiyakalı’ söz, birkaç şen anlar lakırdısı, iki alkış, iki suskun keder, götürüp koyuyorlar buzdan bir taşın üstüne.

Avlulardan hep aynı insanların kahrolası hüznü taşıyor gökyüzüne.

Görmüyorsunuz.

Öfke kemiriyor yüreklerimizi, bağırıyoruz hıçkırıklar içinde, duymuyorsunuz.

Hangi nakışlı sevdanın insanıdır Osman Şengezer, Başar Sabuncu kaç bin yüreğin albatros kuşudur bilmiyorsunuz.

Sahnelerden söylenmiş kaç sözcük, kaç opera bale, tiyatro dekoru-kostümü var belleğinizde, kaç oyun şarkısı sarmıştır yüreğinizi, kaç şiir, kaç roman, kaç resim, kaç heykel, kaç film karesi, kaç fotoğraf var dokunabildiğiniz?

Hayır, yakınmıyorum.

Bu kör karanlığın hükmedici soysuzları bizleri yalnızlaştırmayı becerdiler ya ona yanıyorum.

[email protected]