Nar çatlağı…

Mesut Mertcan, TRT radyo ve ekranlarından Milli Güvenlik Konseyi’nin 1 numaralı bildirisini okuduğu zaman Bursa Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu’nda, Orhan Kemal’in aynı adlı romanından Erkan Yücel’in oyunlaştırıp yönettiği, Müfettişler Müfettişi adlı oyununu oynuyorduk.

Aylardan Eylül.

Eylül dediğin hazandır.

Hazansa hüzün, keder ve ölüm.

Sokakta tank paletleri dolanıyorsa, cemseler dolusu askerler halka gözünü dikip silah doğrultuyorsa, minarelerden yükselen ezan seslerine sıkıyönetim bildirilerine karışıyorsa, evlere, iş yerlerine düşmanca saldırılıyorsa, tiyatrolara ve tüm sanat üreten mekânların kapılarına zincirler vuruluyorsa, okullara operasyonlar yapılıyor insanlık kelepçeleniyorsa, sokak ortalarında infazlar gerçekleşiyorsa, halkın birbirine selam verme korkusu bile büyütülmüşse hayat hazan olur, öfke büyür.

Ne çare zulüm sarar ülkeyi ve kan konuşur.

Ezan ve sıkıyönetim bildirileri dışında her şey susturulur.

Nedense hep böyle olmuştur!

Almanya’da Şili’de Arjantin’de, Yunanistan’da da faşizm; karanlığın içinden koşup gelmişti, hep ölümle hep kanla, hep kinle, salyalar saçarak ve önce komünistleri, işçileri avladılar sonra sanat üreten mekânları kapattılar, sanatçılara sürek avları düzenlendiler, kitapları tutuklanıp meydanlarda ateşe verdiler.

Bizim faşistlerin ne eksiği var Pinochet’ten Hitler’den ilk günden yasaklandık.

Devlet, ‘bir devrimci tiyatro kullanıyor’ diye kendi tiyatrosunun kapısına mühür akıttı.

Bizi şiirler gibi karşılayıp, sahnesinin tüm olanaklarını kullanıma açan tiyatro müdürü Yalın Tolga ağabeyin narçiçeği gülüşünü hiç unutmadım.

Mührü kapının kilidi üstüne erittiren genç subayın ’Dün akşam izledim oyunu..çok güldüm’ deyince ekibin kahkahasından kızılcık ağacı gibi nasıl utandığını anımsıyorum ve aynı gece otelimizin basılıp kelepçelendiğimizi.

Müfettişler Müfettişi romanı birçok yönüyle Gogol’un Müfettiş romanıyla benzerlik taşır denir, müfettiş müfettiştir işte, hele sistemin çürüdüğü bir ülkede müfettiş dediğin aynı çürümenin iz düşümüdür.

Bizim Müfettiş’in Anadolu’nun ıssız bir ilçesine yaptığı ziyaretle başlar oyun.

Arabacı Kel Mıstık, tüm kasabaya ‘müfettiş geldi herkes korksun, teftiş edip rapor edecek’ diye dedikoduyu büyütünce; faizciler, hırsızlar, stokçular ne yapacaklarını bilemez olurlar, Belediye Başkanı, Emniyet Müdürü ve kentin Valisi yardakçılıktan yerlere yapışırlar.

Müfettiş gıcırdayan ayakkabıları, elinde çantası, başında Amerikan fötrü, çizgili takım elbisesi, Adnan Menderes armalı kravatı ile yarattığı imaj sayesinde, her yerden aldığı rüşvetle hayatının vurgununu yapar.

Oyunun sonunda omuzlarda yolculanır.

Halk bir kez daha tapındığı devlet adına bir dolandırıcı tarafından soyulmuştur.

Anlaması çok zaman alır.

Tıpkı bu günkü gibi.

Belki birkaç küçük farkla, şimdi sahte müfettişlerin aracı olmasına gerek kalmadı.

Kimin eli kimin cebinde, kursağında belli değil.

Kaç yıl geçti aradan, kaç hazan mevsimi aktı ayaklarımızın altından, kaç kahır yaşadık, kaç kez öldük ve kaç kez ağladık.. kimse umursamıyor.

Dün meydanları dolduran çocukların şarkıları duyulmuyor.

Halkın önemlice bir bölümü şimdi daha kurnaz belki, akılları din soslu faşizmin girdabında dönüp duruyor, gericilik asit yağmurları gibi.

Bir yanımız yıkılmış duvar, bir yanımız tazelenmemiş orman, bir yanımız umut, bir yanımız sevinç.

Nar çatlağı gibiyiz.

Değişmeyen çok az şey var.

İlki emekçi halka işçilere aydınlığa, uygarlığa, halklara düşmanlık, ikincisi sanat ve sanatçı düşmanlığı.

12 Eylül Faşist darbesi sırasında oyun oynuyoruz diye tutuklanıyorduk şimdi oyun oynayacak sahne vermiyorlar.

O zaman kelepçeleyip içeri atıyorlardı şimdi hayatı zindana çeviriyorlar.

Sonra yılacağımızı sanıp, geçip karşımıza aptalca bekleşiyorlar.

“Bahçelerde mişmiş,

Çok yaşa Müfettiş.

Sor hesabı, tut kitabı,

Yeter olsun bu gidiş”

[email protected]