Müsamere…

15 Temmuz müsameresinin ortalığa saçtığı küfür ve hakaret kalkışmasının perde gerisinde intikam, kin ve nefretle gizli bir rövanş düellosu var.

Adalet yürüyüşü ve mitingine karşı hırslanan, bir şey yapamadığı için hayıflanan, laiklik adına yapılan açıklamalardan ve darbe girişiminin ‘kontrollü’ olduğunun söylenmesi ile köpüren bir düello.

Oysa ortada bir boks ringi filan yok.

Boşa yumruk sallanıyor.

Yıldönümü gecesi anma programlarında gözden kaçırılan birkaç temel başlık var.

İlki dinin siyasi alanda hiçbir şeyden geri durmaksızın kullanımıyla, laikliğin ayakların altına alınmasıdır.

Tüm gece boyu kuransız-salasız-duasız-ezansız tek an bulamazsınız.

Bir dış göz, ‘ülkenin cenaze namazı kılınıyor’ yorumu yaparsa haksız olmayacaktır.

Katılımcıların çoğunluğunu oluşturan şeriat özlemcilerinin IŞİD işaretleri ve Rabia selamlamaları, şalvarlı-takkeli-çember sakallı başka bir güruhun ise ellerinde idam ipleriyle salyalar saçarak seğirtmeleri, aynı akıldan beslendiklerinin kanıtıdır.

Yandaş kanallarda bu densizliğin görüntüleri üstüne, “Evet haklılar her şeyin bir sonu var, yeter bunca zulüm” yorumlarını yapan tetikçilerin, “Halk idam istiyor, hiç olmazsa bir kaçını asmalı” diyebilecek kadar akıl ve izan yoksunluğu, Cumhuriyet’in, uygarlığın ve laiklik düşmanlığının net biçimde ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Anma programlarının ikinci göstergesi, düzen siyasetinin küfür ve hakarette sınırsızlığı kendine rol olarak seçmesidir.

Dünya insanlığının gözleri önünde, rakibi gördüğü siyasi anlayışlara ve kendisi gibi düşünmeyen milyonlara, “şerefsiz” demenin çağ atlattığını sanan bir kabadayılığa tanıklık ettik.

Düzeysizlik öyle bir çukurun içinden saldırıyor ki yanıtlamaya kalkarsanız küfürbaz olursunuz.

Açığa çıkması istenmeyen gerçekliğin ‘ancak böyle gömülür’ sanılıyor olması, cehaletin kutsanmasından başka bir anlam içermiyor.

Şaşırtmayan ise düzeysizliğin malzemesi yapılan ‘abideler’, heykeller ve bir çeşme!

Gericiliğin heykelleri, anıtları ve kültürel kalıtları düşman görmesi ve estetik kavrayıştan yoksunluğu 15 Temmuz’da kendini ele verdi.

Boğaz Köprüsünün başına konan futbol topu görünümündeki ‘abide’ yakında türbe olur.

Kaçak Sarayın karşısına dikilen beton kütle de öyle.

Hamaseti, din soslu ve Arapça nutuklarla bezeyerek “şahane birer abide” yaptıklarını sananların, bu topraklardaki heykel ve anıtsal kalıtlarından habersiz olduklarını sanmak yanıltıcı olur.

Bu bilerek yapılan bir kalkışmadır.

İ. Melih’in Ankara’sında bunun onlarca örneği var.

Plastik, beton ve yağlıboya karışımı onlarca gudubet.

Her biri ‘oyuncak’ bile olmaktan uzak rezillikte.

Yatıp kalkıp övündükleri Osmanlının bu kadarına tahammül edeceğini sanmıyorum!

Hele Mimar Sinan utancından kahrolurdu!

Üsküdar Belediyesinin, Belediye bütçesinden “Tek parça ve 35 ton ağırlığında mermer” diye övünerek yaptırdığı çeşmenin üstünde Arapça, “Cennet kılıçların gölgesi altındadır.” yazıyor ve musluğunu çevirdiğinizde gülsuyu akıyor!

İnsan olan, bir gülsuyu damlası kadar olsun, İstanbul sokaklarını, meydanlarını süsleyen ve yüzlerce yıldır bizlerle birlikte yaşayan çeşmelerden utanır.

Mehmet Aksoy’un Ankara’daki heykeline tükürüldüğünde, “Bu halk o heykele tükürenin aklına tükürür” demiştim.

Kars’ta yapımı süren ve “ucube’ denen İnsanlık Anıtı içinde, vinçler anıtı yıkarken utanç duymuştum.

Şimdi buna bile gerek duymuyorum çünkü yapılanların heykel, anıt, abide filan değil, halkı aldatmanın, göz boyamanın ve güya yeni bir tarih yazmanın Vandallığı olduğunu görebiliyorum.

Yazı biraz uzadı galiba, oysa daha Nâzım şiirinin kimin için yazıldığını bilememe durumuna, çocukların bu müsamerede nasıl kullanıldığına filan değinecektim.

Biz anma etkinlikleri derken lağım medyası olup bitenleri “Bir Bayram havası” diye yorumladı.

Haksız değiller, yaşananlar birer anmadan çok bayram gibiydi.

15 Temmuz Bayramı!

Erhan Nalçacı’nın “ Ücretli kölelik düzenini egemenlerin kafasına yıktığımızda göreceksiniz bayramı.”  derken kastettiği yerde durmak, en erdemli olanı olsa gerek.

Var mı kurtuluşun başka yolu?

[email protected]