Milyarlarca gözyaşı…

Kırk yaşlarında, kara yağız bir arkadaş, yanına oturuyorum, radyoda Zeki Müren “ellerim böyle boş boş mu kalacaktı, gözümde hep böyle yaş yaş mı olacaktı...” diyor.

- Nereye gidiyoruz ağabey?

- Rıhtım caddesi 21 numara, Nâzım Hikmet Kültür Merkezi.

- Etkinlik mi var ağabey?

- Evet, Aziz Nesin’in 102. yaşını selamlayacağız.

- Keşke çalışmıyor olsaydım. Severim ben Aziz beyi. Çok kitabını okudum gençliğimde, şimdi kızım neredeyse her hafta bir kitabını okuyor, bizim evde her gece Aziz Nesin hikâyeleri konuşuluyor. Gülüyoruz ağlanacak halimize.

- Çok sevindim, bugün şanslıyım, genelde sizin meslektaşlarla pek konuşulmuyor, yolda durdurup indiklerim var, nerelisiniz?

- Sivas ağabey, bizim Aziz Nesin’e milyarlarca gözyaşı borcumuz var.

Susuyorum. Trafik duruyor, Zeki Müren şarkıyı bitirmek üzere. Güzel semttir Maltepe. Denize açılan sokaklarında eski kentin izleri var, iki katlı, bahçeleri meyve ağaçlı, hanımelili ve begonvilli evler.

- Bu ne?

- Kamera ağabey.

- Çalışıyor mu?

- Henüz değil ama sistem yakında devreye girecekmiş.

- Gözetleyecekler milleti, ne hakları var?

- Güvenlik diyorlar ağabey, önce senin güvenliğin diyorlar.

- Neden korkuluyor bu kadar sence, siz her gün ölümle mi yüz yüzesiniz ya da şöyle sorayım, arabaya binen her yurttaş potansiyel katil mi?

- Evet, tuhaf ben şahsen istemem böyle bir şey, arabaya binen yurttaşla ne konuşursak konuşalım kayda alacaklar.

- İşte temel sebep bu. Sonra binlerce insana dava açacaklar, hepsi hakaret davası olacak. Burada seninle dertleşen her yurttaş fişlenecek. Sen zaten fişlenmiş olacaksın.

- Bütün ulaşım araçlarına konacak deniyor.

- Sokaklar, meydanlar kamera, iş yerleri kamera, barlar, lokantalar, oteller kamera, neresi kaldı yatak odası mı?

- Biri bizi gözetliyor!

- İşin çivisi çıktı artık, zindan ettiler memleketi.

- Geldik ağabey.

- Gelin bir bardak çay içelim.

Selamlaşıyoruz dostlarla, Güneşe sırtını yaslamış keyif çatan sarman kedinin masasına oturuyoruz, çaylarımız geliyor.

- Her geçen gün daha da çaresizleşiyoruz ağabey. Yeni çıkan kararnameleri okudunuz mu, artık memleket iç savaş hukukuna göre yönetilecek. Öyle ki herkes düşman ve atış serbest.

- Zaten öyleydi. Ortalığa saçılan tüm yolsuzluk belgeleri, Zarrab ve ortaklarının hırsızlıkları; “yalan”, “sahte” diyerek bastırılamayınca zulmün kırbacına görev veriliyor.

- Bunun adı açık faşizm değil mi ağabey?

- Hitler benzeri kararnameyi 1934 yılında imzalamış.

- Her şey führer için!

- Bu OHAL ve KHK faşizminden kurtulmadan çıkış yok.

Birkaç yeni arkadaş geliyor masaya. Her gelen gergin, kaygı kuşatmış bedenleri.

- Ben kalkayım izninizle.

Kucaklaşıyoruz.

- Haramilerden daha güçlü bir insanlık var ağabey, bu kadar kolay değil her şey, biz Pir Sultan'ların torunlarıyız.

İçeri geçiyoruz, tek başına bırakılmış edebiyatçılardan söz ediyoruz. Gerçeği söyleyen insanlığın yalnızlaştırılmasından, elma bahçesinden, çocuk sevinçlerinden, umuttan ve ümitli olmaktan, örgütlenince aşılamayacak zorluk olmadığından. Liberal aymazlığın yancılığından, yobazlığın şarlatanlığından, insanı ve hayatı sevmenin bile suç sayılacağı kara günlerden, Aziz beyin siyasal öngörülerinden, sanatın evrensel gücünden, hicivli sözün sihirli seslenişinden, sınıf mücadelesine bir nefer gibi katılan nice edebiyatçının-sanatçının varlığından.

Aklımda dolanan cümleyi engellemeye çalışıyorum, beceremiyorum. “Bizim Aziz Nesin’e milyarlarca gözyaşı borcumuz var.”

[email protected]