Mavi...

Anadolu’nun hangi kentine gidersem gideyim oyun sonlarındaki ilk merhabanın ardından isyan eder gibi bir yakınmadır başlıyor.

Mesele market-pazar fiyatlarını filan aşmış durumda.

-Geçinemiyorum ağabey. Çocuğun okul masraflarından kısamıyorum, ev kirasından hiç kısamam, elektrik-su-yakıt giderlerindeki zamlarla artık faturalar ödenemez durumda. Yakında elektriğimi de keserler, suyumu da. İnan evde tencere haftada bir kaynar oldu. Yetişemiyorum. Kredi borcu belimi büktü. Arabamız vardı, değerinin altında sattık yine çözüm yok. Ek iş bakınıyorum iki aydır, nereye başvursam kapı duvar. 14 yıllık öğretmenim ben. Ne yapayım intihar mı edeyim?

Gözlerindeki hüzünde ağlamaya yüz tutmuş yüreğinin dışa vurumunu görüyorum.

-Bütün ülke böyle hocam. Sizin işiniz var çalışıyorsunuz bir de milyonlarca işsizi düşünün. Ötekileştirilip, düşman ilan edilmiş binleri düşünün, sizden daha da çaresizleştirilmiş emekçileri, işlerinden kovulmuş işçileri. Mahkeme kapılarında “vatan haini” ve “terörist” damgasıyla bekleşenleri, içeri atılanları düşünün.

-Sabrın bir sınırı yok mu, nereye kadar dayanacak bu ülke insanlığı? Adaletsizliğe, hukuksuzluğa, yandaş kayırmaya, kamu mallarını peşkeş çekmeye, yalana daha ne kadar dayanacağız?

-Şükrediyorlar, yatıp kalkıp durumlarına şükrediyorlar.

-Ölüm döşeğine düşürülmüş ama şükrediyor, bu nasıl akıldır?

-İnançlı insan olma durumu. Her şeyi Allah’a havale ediyorlar ve ‘öte dünya da hesap verecekler’ deyip eğiyorlar boyunlarını.

-Bu dünya olmuş cehennem ağabey. Bana ne öte dünyanın nimetlerinden. Çocuğum açken, benim gözüm yaşlıyken, her doğan gün bin kahırken bana ne öte dünyadan.

-Bu ülkenin büyük yüzdesi senin gibi, benim gibi, bizim gibi düşünmüyor ki arkadaş. O da çaresiz, o da iki büklüm, o da kıvranıyor ama işin içine din girdi mi, elleri titrese, gönlü ağlasa da din tacirliğini tercih ediyor.

-Ne çekiyorsa memleket bunlar çekiyor işte.

-Geçen gün izledim saçı sakalı ağarmış amca ‘üretim yok üretim, her şeyi öldürdüler, tarım, hayvancılık, sanayi filan bitti. Her şeyi dışarıdan alıyorlar, bir avuç kan emici zeginleştikçe zenginleşiyor. Olan biz fakir fukaraya oluyor. Ne yalan söyleyeyim bütün seçimlerde bunlara oy verdim. Yine aynı şeyi yapmak zorundayım, elim titreyecek ama onlar dışındakilere vereceğim oy vatan hainlerine, teröristlere, dinsizlere gidecek.” diyordu.

-Bu nasıl akıldır ağabey, her şeyin sorumlusunu bil ama iş dine imana gelince kula tapınmayı sürdür. Utanmaza bak, ülkenin yarısından çoğunu da hain, terörist, dinsiz ilan ediyor.

-Bu ona her gün, hem en tepeden hem izlediği kanallardan yüzlerce kez tekrar edile edile söyleniyor. Ne yapsın?

-Adamlar kendi dinlerini yarattılar, görmüyorlar mı bunu.

-Görmezler, göremezler. Tüm söylevler Allah ile başlayıp dua ile bitince gözler, gönüller körleşir.

-Kurtulamayacağız yani bu mikrobik durumdan.

-Seçimler yoluyla hayır. Kültürel, sanatsal bir kalkışmayı kışkırtıp, Anadolu’nun bağrında yeni bir aydınlanma ateşi yakıp orada örgütlenmediğimiz sürece çok zor.

Kucaklaşıp ayrılıyoruz Mehmet hocayla. Kapı önünde gençler koşturup geliyorlar yanıma.

Al al, ışıl ışıl gözleri. Lise öğrencileri. Yeşil atkılı mavi gözlü Eda giriyor söze.

-Son şiir de “ve ebetteki sevgilim elbet dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya, dolaşacaktır en şanlı elbisesi ile işçi tulumuyla bu güzelim memlekette hürriyet” dediniz ve yumruğunuzu havaya kaldırınca ışık söndü ya ayağa fırladım. Babama okuyorum bu şiiri, kendisi oto sanayi de kaportacı, “hayal kurmuş senin şair” diye dalga geçiyor. Çok içerliyorum.

Gülüşüyor arkadaşları. Eda gerginleşiyor birden.

-Kendi gücüne inanmayanlar kaybederler. Bu hep böyle oldu. Oysa babam dâhil o oto sanayi de çalışanlar örgütlense tek yumruk olsalar, hakları için ülkemiz için mücadele etseler, birlikte çıksak bu karanlıktan. Biz öğrenci gençlik için, işsizler için, tüm emekçiler için aynı şey geçerli değil mi, böyle sümsük sümsük dolanıp nereye varacağız, kimin bu memleket?

Sarışıyoruz Eda ile. Toplanıyoruz bir araya birlikte fotoğraf çektiriyoruz. Çantamdaki Vilidamir Dudintsev’in Bir Yılbaşı Öyküsü kitabını Eda kardeşime armağan ediyorum.

-Sağ ol yoldaş.

Henüz 16 yaşında, kucaklayıp beni sağ ol yoldaş diyor sağ ol yoldaş.

Mutlanıyorum, bahar dalları gibi. Yürüyoruz cadde boyunca, selamlaşıyoruz tanımadığım onlarca insanla. Köşe başında tezgâhında portakal, nar, turunç sıkan arkadaş bağırıyor.

-Bir yudum dostluk suyu içmeden gitme bu topraklardan ağabey, gel hele gel.

Orhan Kemal’in, Yaşar Kemal’in, Demirtaş Ceyhun’un yetmedi o kara yağız Kürt delikanlısı Yılmaz Güney’in toprakları bu topraklar.

Şairi, şiiri, öyküsü, romanı, dansı, türküsü, küfrü bereketli. İnsanı cömert, insanı yiğit.

Mehmet öğretmenin çaresi Eda’dır diye düşünüyorum.

Eda’nın umudu, sevinci, yürek sızısı, Ülkesine halkına karşı sorumluluk utkusu.

Bakıyorum gökyüzüne, mavi.

[email protected]