Köle pazarı…

Televizyon yayıncılığında reklam verenle yayınlayan aynı olunca sağ ceplerinden alanlar sol ceplerine koyuyorlar.

Hem de öyle üç-beş kuruş filan değil, tomarlarla.

Alanda çalışan binlerce insan ise mutsuz.

Emeklerinin üstüne yapışan keneleri görüyor, acısını çekiyor ama bir kez olsun başlarını kaldırıp ‘yeter’ demiyorlar.

Oysa yayınların %80 lik bölümünü üreten dizilerde çalışanlar, okumuş-yazmış insanlar.

Oyunculuk yapanların tamamına yakını okul bitirmiş, set ve teknik kadrolarda öyle.

Yani hangi çarkın içinde emeklerinin öğütüldüklerini biliyorlar ama susup sömürülmenin tadını çıkarıyorlar!

Sigortasız-sendikasız, haksız-hukuksuz, kuralsız olmak ‘mutluluk’ sayılıyor olsa gerek.

Suskunluk ve teslimiyet büyüdükçe çark insan öğütüyor.

Patronların ise hiçbir şey umurlarında değil.

Aşağıda üretenlerin canı çıkıyormuş, ülkede işsizlik tarihinin en büyük rakamlarına ulaşmışmış, yoksulluk derinleşmiş, vergilerle emekçiler boğuluyormuş, adaletsizlik temel kuralmış, gericilik ruhlarını kuşatmışmış, yalan büyüyüp dağ olmuşmuş filan ilgilenmiyorlar, aksine bütün bu yok oluşun kuyusunu kazan siyasi aklın bir parçası olmaktan mutlular.

Anlayacağınız ezilen de memnun ezen de!

İyi de nereye kadar?

Daha nereye kadar hafta da 120 dakikalık bir film çekmeye rıza gösterilecek, daha nereye kadar hakların gasbına susulacak, daha nereye kadar çarkın dişlileri olmak ön kabul sayılacak?
Yine boş yere bağırdığımı biliyorum.

Alandaki meslek örgütleri ve bunların üyeleri sustukça bize lafazanlık düşüyor, biliyorum!

Oysa hiçbirinin bu sömürüden çıkarları yok.

Hepsinin tüzüklerinde hak-hukuk, çalışma koşullarının düzenlenmesi gibi maddeler ilk sıralarda.

Oyuncular Sendikası ve Sinema Emekçileri Sendikası dışında alanda var olan diğer 30 örgütten ses yok.

Senaryo yazarlarından yükselen cılız sesin hiçbir karşılığı olmadığını birlikte gördük.

Ben de tuhafım; alan memnun veren memnun, ezilen sömürülen mutlu ama işe çomak sokmanın peşindeyim!

Yaşıyorum görüyorum, çağdaş köleliğin sonu sefalettir, kaldırmazsanız başlarınızı bitmez bu acılar, bu eza.

Bir bakın dünyanın haline, hangi ülkede bu tür çalışma koşulları var?

Hangi ülkenin ‘sanatçıları’, ‘yaratıcıları’ akıllarını kiraya verip büyük yalana ortak olmayı sürdürüyorlar?

Ne bırakıyorsunuz geriye, suya yazdığınız hangi yazı, hangi resim, hangi şarkı yaşıyor?

Ülke ve dünya gerçekliği ile örtüşen ne üretebiliyorsunuz?

Yalana tutsak bir hayat uğruna, üç kuruş için esareti kabullenip, köle olmaya susmak erdem mi?


[email protected]