Kiraz ağacının gölgesi…

Maraş katliamı olduğunda Kültür Bakanlığı Milli Folklor ve Araştırma Dairesi Başkanlığı’nda Köy Seyirlik Oyunları Araştırmacısı olarak çalışıyordum, akşamları da tiyatroya gidip oyunlarımı oynuyordum.

Dinci yobazlığın ve faşist katillerin hedefi olup katledilen Ahmet Taner Kışlalı Kültür Bakanı.

Maraş cinayetinin, radyo ve gazete haberlerine düştüğü gün öğlen yemeği sırasında, bakanlık yemekhanesinde masanın üstüne çıkıp katliamı, devletin içindeki faşist çeteleri deşifre eden bir konuşma yapmıştım.

Canım yanmıştı, acısını yıllardır yüreğimde taşıyorum.

Anne karnındaki çocukları hançerlediler, evleri, dükkânları yağmalayıp yaktılar, sokak hayvanlarını kurşunladılar.

Basına yansıtılanın çok daha üstünde sayıda insanlığı kurşuna dizdiler, ellerini, omuz başlarından kollarını kestiler.

Devlet seyretti, ülke seyretti.

O gün bugündür alnımızın ta orta yerine yapışan kan, bu ülkenin en onurlu, en erdemli çoğulu alevi yurttaşlarımıza aittir.

Utancım büyüdükçe büyüdü, susmadım, sokağa çıkıp seslerini ortaklaştıran tüm canlarla yan yana oldum. O tarihlerde Maraş katliamı için yapılan tüm eylemlere katıldım, kürsülere çıktım konuştum, faşizmin katil yüzünü, dinci yobazlığını yere çaldım.

Boş durmadılar. Tercüman gazetesi, yapılan eylemleri “Maraş’ı bahane eden komünistlerin, dinsizlerin, devlete meydan okuması” diye haberler türetti. Aynı gazete birinci sayfaya benim resmimi koyup “Kültür Bakanlığından yemlenen komünist tiyatrocu” diye manşet attı.

Aynı gün bakanlık özel kalem müdürü Ali Ulvi Bolel telefon etti. Severdim Ali arkadaşı, namuslu bir aydındı. "İzmir’in çocuğu” derdim, adı gibiydi.

Bakanlığın dış kapısında karşıladı beni, oturduk bir banka.

- İş zorlaşıyor, artık seni savunamaz oluyoruz. Her gün hedef gösteriyorlar ve senin üstünden bakan beyi yerin dibine geçiriyorlar. Şimdi çıkıp konuşacağız. Sakin ol yeter.

Sustum.  Bakan odası birinci katta, girdik içeri, karşımda sayın Kışlalı, gergin, ayağa kalkıp elimi sıktı.

- Oturun lütfen.

Oturdum, pencerenin önüne doğru yürüdü, arkası bize dönük, titrek bedeninden yükselen iniltiyi hissediyorum.

- Gördünüz mü bugünkü gazeteleri, birinin birinci sayfasında siz ve ben varız.

- Gördüm efendim ama faşizm mezarımızı kazıyor diye susmaya hiç niyetim yok. Canım yanıyor, sizin bilmediğiniz şeyler biliyorum. Maraş’ı, Elbistan’ı, Pazarcık’ı, Pazarcık’ın köylerini adım adım biliyorum, şu yanmış bedenleri tanıyorum. Yarısı tiyatroda seyircim oldu, sofralarına oturdum, aşlarını yedim, düğünlerinde birlikte türküler söyledim, tarlalarında çalıştım, yüreklerimize dokunduk birbirimizin, aynı elma ağacının meyveleri gibi kardeşlerim onlar benim.

Şu fotoğrafını gördüğünüz yakılan sinemada geçen yıl yaz başında, dekor kurup oyun oynadık, o mahallede yakılan, kurşuna dizilen insanlar benim insanlarım, çocuklar benim çocuklarım, analar benim analarım. Susmayacağım hiç susmayacağım.

- Anlıyorum sizi, fotoğraflar günlerdir uyutmuyor beni, acım tarifsiz der ya Tolstoy öyle işte. Zor günler yaşıyoruz, Dileğim faillerin bulunup adalete teslim edilmesidir.

- Failler belli efendim. Evlerin duvarlarına, dükkânların camlarına üç hilali kazıyanlar, kazıyanlara göz yumanlar kimse katiller onlar.

Susuyor, karşılıklı susuyoruz, elini uzatıyor, tokalaşıyoruz sımsıkı.

- Ali bey size durumu anlatacak. Lütfen sakin olun ve sizin için düşündüğümüz gibi davranın.

Teşekkür edip çıkıyorum, tam kapının eşiğindeyken sesleniyor.

- Hafta sonu oyununuza yer varsa gelmek isterim.

- Elbette efendim, mutlanırız.

Ali koridorda koluma giriyor.

- Ankara İl Kültür Müdürlüğü’ne gönderiyoruz seni eski 3. Tiyatro binası, biraz buradan uzak dur, sakinleş sonra gereğini yaparız.

Parçalı bulutlu savuruyorum kendimi sokağa, Bizim bölüm Mithatpaşa caddesinde, hiç gitmek gelmiyor içimden, tiyatroya doğru yürüyorum Menekşe sokağa, gökyüzünde mavi bulutlar, kaldırıp başımı küfrediyorum ağız dolusu.

Bir ay sürüyor kültür müdürlüğü günlerim, bölüm eski TBMM binasının bodrum katına taşınıyor, 15 gün daha zor dayanıyorum. Hiçbir görevim yok, 3. Tiyatroda iken her gün o muhteşem dokunun içinde dolaşıyor, sahnesine çıkıp saatlerce hayata bağırıyordum, meclis binasında ise, tarihi dokunun içinde dolaşan “Cumhuriyet, devrim, laiklik” sözcüklerine sarılıyor peşi sıra, ülkenin içine sürüklendiği güne öfkemi savuruyorum.

Susmadım, susamadım, sokaklarda susmadı, susturamadılar.

Sonunda Çorum İl Kültür Müdürlüğü emrine sürüldüm ve aynı gün istifa ettim.

Işıklı günlerdi bakanlık günleri. Ahmet Taner Kışlalı Anadolu’nun kültürel varlıklarını hayata katmanın, sanatın yeşermesinin, kültürel zenginliğin peşindeydi. Koca bir karanlığın içinden sızan ışık zerresi gibi. Tahammül edemediler ışımasına.

- Tiyatronun yüreğine yolculuk yapacaksınız.

Demişti, tam bir ay sonra TRT işbirliği ile ilk kez Van’a gidilmiş, onlarca kültürel tarama yapılmış, türküler, halk dansları derlenmiş, tam 21 Köy Seyirlik Oyunu asıl kaynağından filme çekilip arşivlere katılmıştı.

Geçti gitti, geriye o günlerin yüreğime kazdığı Maraş kaldı ve Pazarcık ovası ve o bereketli, çiçek yüzlü, elma kokulu insanları.

Ağalar Cehennemin Dibine idi oyunun adı. Merkezi bir köyün orta yerine römorkörlerin üstüne kurardık sahnemizi, çevre köylüler traktörlerle ovanın orta yerinden türküler çığıra çığıra oyuna koşarlardı, sonrası bir şenlik ki sormayın.

Durgun sularda oynaşan alabalıklar gibi.

Şimdi yıllar sonra Pazarcık yollarına düşüyor yüreğim, bu kez Türkiye Komünist Partisi’nin yükselen bayrağının ucundan tutmak, eşitlik ve kardeşlik seslerine ses katmak için.

Kim demiş hayat anılar dizisidir diye, yaşayabildiğince şiir tadında yaşayacaksın dünü, bugünü ve yarını. Yeter ki teslim olma çakala, kurda, namussuza, şerefsize.

Örgütlen ve vur kendini çiçekli tarlaların orta yerindeki kiraz ağacının gölgesine.

Gerisi kolay.

[email protected]