Kim ‘vatan haini’, kim ‘terörist’…

-Türkiye Sanat Kurumu (TÜSAK) diye bir yasa tasarısı vardı anımsıyor musun, tüm sanat alanları dayanışarak bu tasarının ‘ülkenin sanatsal ve kültürel geleceğini boğmayı içeren bir tuzak’ olduğunu anlattık. Paneller, söyleşiler, kurultaylar yapıldı. Basın yer vermek zorunda kaldı, televizyonlara, gazete köşelerine haber oldu, davalar açıldı, kaybettiler ve sonunda teslim oldular, yasayı geri çektiler.

-Anımsıyorum ağabey, yalnız İstanbul değil, Ankara, İzmir gibi illerde de tartışıldı, Mimarlar Odası ve Türkiye Barolar Birliği sahiplendi, muhalif siyasi partiler, sendikalar, sivil toplum örgütleri destekler verdiler.

-Hepimiz sevinçlendik. Saldırıyı püskürttüğümüzü düşündük. Oysa boş durmadılar, önce kurumlardaki sanatçı arkadaşlara, çalışanlara karşı anlamsız soruşturmalar açarak cezalar kestiler, mahkemeleşmeler oldu. Maaş cezaları yağdırdılar. Durmadılar, bölgelerdeki yaratıcıların haklarını budadılar. Opera, Bale ve Senfoni’de genelgeler yayınlayıp ‘kılık kıyafete’ kadar hayatları hapse aldılar, sosyal medya hesapları tek tek incelenir oldu, yetmedi. İstanbul Büyük Belediyesi Şehir Tiyatroları’ndan arkadaşları OHAL gerekçesiyle KHK ile kapının önüne koydular. Durmadık bağırdık. Gerekçe açıklayamadılar, arkadaşlarımızın bir bölümünü geri almak zorunda kaldılar, çok önemli yaratıcı dostlarımızı da attılar.

-Ragıp Yavuz ile Kemal Kocatürk atılanların içinde. Biri kurumda yönetmen kadrosunda, diğeri hem oyuncu hem yönetmen.

-Sezon başını anımsa. Devlet Tiyatrolarının başındaki yetersiz, ’15 Temmuz’u destek için yerli oyunlar’ filan diye bir şeyler saçmaladı, yalanladılar ama saçmalık sürdü. Oyunlar ilan edildi ve sahneler müsamerelere terk edildi. İki ya da üç oyun dışında içerik ve estetik seviyeleri yerlerde ‘piyesler’ oynanmaya başlandı. Tiyatromuzun bildik yönetmenlerine reji verilmedi. Tepki gösterdik ama bildiklerini okudular. Genel Müdür Vekili asaleten Genel Müdür olarak atandı. Emir alma ve emir uygulama yetkilerini tamamen kuşandı ama kurumda itibarı sıfır, kimseye yazılı emir vermeden iş yaptıramıyor.

-Komik durum. Sen yırtın Genel Müdür olacağım diye, istenilen her şeyi yap, TÜSAK’I savun, bağır, çağır ama emir kulu olarak kal. Ne dayanılmaz bir zevk bu böyle, anlaşılır değil.

-Komik çocuktur zaten, kendi anlattığına yalnız kendi güler.

Bugün Ankara D.T.C.F Tiyatro Bölümü’ne atılan tırpan, aynı tırpandır. Aynı tırpan İbrahim Yazıcı gibi bir orkestra şefini ve Filiz Özsoy bir solisti de biçmiştir. Yani TÜSAK yürürlüktedir. Yapılan budur. Alanımızın yüreğine hançer saplayarak hocalarımızı mesleğimizin bağrından atmaktır.

Hançer zalim. Kanatıyor yüreği. Bağırıyoruz, ‘hangisi terörist, hangisi vatan haini, cevap verin’ diye konuşan yok. Diğer akademisyenler için de aynı şeyleri söylüyoruz.

Kapı duvar.

Bu arada dünya haber merkezlerinden bazı sonuçlar paylaşılıyor, kültür ve sanat alanında en çok baskı görüp saldırı yaşayan ülkeler sıralamasında 2. oluyoruz.

Utanan yok, umursamıyorlar.

Akademisyenleri okullarının kapıları önünde, üniversite içinde gazlıyorlar, copluyorlar, üstlerine zehirli su fışkırtıyorlar, yaralıyorlar, öğrencileri kelepçeleyip gözaltı yapıyorlar, hocaların cübbelerini çiğneyip hepimize küfrediyorlar.

-Utanıyorum be ağabey, utanıyorum.

-Utanma, utanacak olan sen değilsin. Bütün bunlara susanlar utansın, kendilerine ‘sanatçı’ denen makuleler utansın. İşine bak sen, çık sahneye oyununu oyna, yaz, oku, seyret ve bağır aşk diye kardeşlik diye.

-İyi oyunlar ağabey.

-İyi oyunlar, gencecik adamsın biraz alkış doldur ceplerine öyle gel, geceyi neşeye serelim.

[email protected]