Hüzün…

Meslek yaşamım boyunca hüzün denen duygunun gelip, içime oturmaması için çok çaba harcadım, ama beceremedim!

38. yılımdayım.

Dostların bazen sesiz, bazen ağlamaklı yok oluşlarına, ustaların aramızdan ayrılan alkışlı yolculuklarına hep yüreğim kanadı.

Oyuncular tuhaf insanlardır!

Ağladıkları anda, gülücükler açar bedenlerinde ya da güldükleri anda, acı çıkar oturur göz bebeklerine.

Anlaşılmaz olurlar.

Alkışla örterler hüzünlerini. Tuhaf!

Bu kez alkışa gerek yok. Bu kez hüzün içinde öfke ve umarsızlık var.

Kolay değil, 47 yıldır Türkiye Tiyatrosunun en gözde sahnesi olmayı hak etmiş, ürettikleri ile hem alanında hem Tiyatro tarihimizde yeniliklerin ilk adımı olmuş, yüzlerce metnin seyirciye aktarılması için amansız savaşmış, baskılara göğüs germiş, Tiyatromuza en değerleri oyuncuları yetiştirmiş bir topluluk olan AST, Ankara'da perdelerini kapatıyor.

Satılan salon, yeni sahibine, 'kürkçü dükkanı' olmaya hazırlanıyor!

Hüzün dedim ya, işte bu kez yüzden!

Gözümün önünden akıp giden zaman, kelime kelime kazılmış, dört duvar içinde gri bir bahçe gibi.

Evet yanlış okumadınız. Uzunca bir zamandır "can çekiştiği" söylenen AST Ankara sayfasını kapatıyor.

Ne oldu, nasıl olduysa oldu.

Ülkenin koşulları, sistemin sistematik biçimde süren her tür baskısı, salonun el değiştirmesi, ilgisizlik! derken sona gelindi.

Hiçbir dostumuzu arkadaşımızı orta yere atıp, 'ne yaptınız siz' deme hakkına elbette sahip değiliz.

Orada yaşananları orada yaşayanlar, orayı yaşatmaya çabalayanlar bilirler.

Ancak, son yıllarda sahne üstünden başlayan 'yitim' her şeyin çağrıcısı gibiydi.

Meslek yaşamım boyunca, perdesini kapamak zorunda kalan bir çok topluluk gördüm.

Bir kaçının içinde de oldum.

Halk Oyuncuları'nın kapanış süreci, iç burkan bir Pir Sultan türküsü gibidir.

Tiyatromuz o yüreklerin yaktığı ateşle ısınıyor halen.

Çağdaş Sahne süreci ise, sözcüklerimizin üstüne atılmış kezzap.

Birileri ellerimizden umutlarımızı hırsızlayıp, Devlet'in ellerine teslim ettiler salonu .

Küçük bir sosyal demokrat cambazlığı!

Ne yazık!

Öfkemiz gözlerimiz de büyümüştü!

Binlerce doğru sözcüğe eşlik etmiş bir salon, birden bire ŞİNASİ adıyla çıktı ortaya.

Elbette, geçmişinin üstüne kara çizgiler çekilemedi henüz!

Ankara Halk Tiyatrosu'nun da, Erkan Yücel sonrası, hayata simsiyah bir ışık saçarak, kendi önünü karartması da içimi acıtır.

Ülkenin kan gölünden geçtiği o amansız zamanlarda, on yıl boyunca Anadolu'daki köy meydanlarını, Cami avlularını, Okul bahçelerini, Grev çadırlarını, Üniversite avlularını oyun alanına çevirmiş olan Halk Tiyatrosu geleneği, Erkan'ın hüzün taşıran sevdası ile birlikte, toprak oldu.

Metin Coşkun-Nuri Gökaşan-Ayhan Önem tarafından kurulan Yeni Tiyatro'nun perde kapatması sürecini de yaşadım.

Onca düzeyli yaratıyı yaşamla buluşturmuş bir inat, öyle kendiliğinden bir anda sönümleniverdi.

'Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim' diye diye uçup gitti avuçlarımızdan umutlar!

Metin'in uykusuz-hırçın geceleri replik replik aklımdadır!

2005'te Zeki Göker öldü.

Onunla birlikte Ankara Birlik Tiyatrosu'nu da yolcu ettik!

Ne kötü!

Zeki, yüreği yanardağ ağzı gibi adamdı. Doğruyu kovaladı kendince!

Geriye ne kaldı? Koca bir hiç!

Daha niceleri. Ama bu başka. Bu durum, şu yaz sarılığında, yüreğimize kar yağmasına neden oldu!

AST aradan yüz yıl da, bin yıl da geçse Ankara da ki salonu ile birlikte anılacaktır.

O salondan hayata taşan tüm sözcükler hepimizindir. Kendini barışın kanatlarına bırakmış tüm yaratıcıların yani.

Eşitliğin-özgürlüğün ve buna dair kavganın sözüdür o salon!

Sahnesinde, binlerle beden devindi acılar-sevinçler içinde. Hepsi bizimdir.

Sindiremiyorum. Öfkem paramparça.!

Bu ülkenin alnı ak namuslu yurttaşları, o salonda sevince, hüzne, öfkeye yatmış binlerce seyirci, ey onurlu çoğunluk, neredesiniz?

AST deyince saygıyla ayağa kalkanlar, yan yana gelip saf olanlar ve de sahnesinden birer yıldız gibi yaşama kayan a dostlar, neredesiniz?

Neredesiniz AST'ın kapısında Gorki, Brecht, İbsen, Gogol, Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Kerim Korcan, Güner Sümer, Asaf Çiğiltepe, Oktay Arayıcı, Oktay Rifat, Uğur Mumcu gibi onlarca yaratıcıyla birlikte, yaşama dair selam duran insanlık?

Emekçiler, gençler, yurtseverler, gerçeğin iz sürücüleri neredesiniz?

Alkışlarınızın hapsedilmesine, üstüne dozerler sürülmesine, ezilip yok edilmesine, şarkılarınıza kelepçe vurulmasına, umutlarınıza kül atılmasına nasıl seyirci kalırsınız?

Yoksa, o salon 47 yılık bir hüzne mi eşlik etti?

[email protected]