Gorki, Brecht ve Ana…

Büyük Ekim devrimi öncesi, hayatın her alanında sürdürülen ve Çarlık Rusyası'nın sonunu getirmek için yaşanan amansız mücadele içinde yoksul köylülerin, işçilerin ve her milliyetten Rus emekçilerinin meydanları doldurup ayaklandığı ilk yıllar, 1905 yılının orta yeridir.

Büyük kalkışma, çarlık despotizminin canını yaksa da kaybeden Rus emekçileri olacaktır.

Sancılı bir dönemdir.

Binlerce sosyalist, binlerce işçi ve emekçi tutuklanır.

Bu süreci anlatan resmi tarihçiler, olayların dokümanlarını alt alta yazıp aktarmaktan öte gitmemişlerdir.

Sovyetler Birliği Komünist Partisi tarihi ise, bu amansız sürecin asıl ışık tutanı olmakla birlikte, Maksim Gorki’nin Ana adlı romanı, Rusya halklarının çarın zulüm ve barbarlığına karşı nasıl örgütlendiklerinin destansı bir örneğidir.

1902 yılı, Rus emekçilerinin sosyalist aydınlanma ile yüz yüze gelip, kiliseye ve çara bağlılık yemini etmiş koca bir ülkenin ancak bir alt üst oluşla kurtuluşunun gerçekleşebileceği inancı, partili olmak, onun önderliğinde savaşarak herkes için eşit özgür Sovyetleri yaratmak fikri bahar dalları gibidir.

Gorki’nin romanındaki Ana (Palageya) bir bakıma, 21. yüzyıl dünyasının hemen her ülkesinde görebileceğimiz, yoksulluğun kıskacında kıvranan, çaresizlik ve umutsuzluğa mahkûm olmuş, var olanla yetinip susan, dini inancının baskısında kaderine teslim olmuş, hiçlenmiş bir birey olarak çaresizlikler içinde yaşamını sürdüren biridir.

Benim canım ülkemin kentlerinde, kasabalarında, köylerinde milyonlarca kadın aynı acının içinde değil midir?

Gün ortasında bin yerinden bıçaklanıp ırzlarına geçiliyor, evde, işte, sokakta tacizlerle kuşatılıyor.

Din simsarlığının kelepçesiyle köleleştirilip, insanca yaşam hakları çiğneniyor.

Çocuk yaşta evlendiriliyor, inancın ve kahrolası geleneğin gerekleri uyarınca bir mal gibi alınıp satılıyor.

En çok yalan onlarla ilgili kurgulanıyor.

Hurafelerle dolu kitaplar, yazılar-çiziler, dualar referans gösteriliyor.

Ayaklarının altında olduğu söylenen cennet palavrasıyla yaşadıkları hayat cehenneme çevriliyor.

1902 yılının Çarlık Rusyası’nın anaları, zalime karşı direnen çocuklarıyla birlikte saf tutarak, 1905 yılında yaşanan büyük başkaldırının ön saflarında yer alıyorlar.

Yeniliyorlar evet ama kurtuluşun; şarkılarla kuşatılmış sokaklardan, cephede dövüşen evlatlarının yanında durmaktan, bunun yolunun da parti saflarına katılıp birer nefer olmaktan geçtiğini bildikleri için, şanlı Ekim Devrimi'ne adlarını kazıyorlar.

Maksim Gorki’nin Ana romanı, ‘Hitler rejiminin korku ve sefaletini’ sürgünlerde yaşamış Bertold Brecht’in ilk oyunlaştırdığı yapıtıdır.

Hitler faşizmi, Sovyet topraklarında ayaklar altına alınarak ezilip, Hitler ve katiller sürüsü tarihin çöplüğüne sürüldüğünde Brecht, Doğu Almanya’ya Berlin’e döner. Sürgünde yazdığı oyunlarını kendi halkıyla buluşturmaya başlar, tiyatrosu Berliner Ensemble kısa zamanda büyük saygınlık kazanarak seyirci rekorları kırar.

Ana ilk sahnelendiğinde, “Tiyatro sahnelerinde devrim” diye haberler yapılır, Alman komünistleri, emekçi halkı, işçi sendikaları oyuna sahip çıkarlar ve oyun yıllar boyu sürecek bir yolculuğa çıkar.

Ülkemizde 1974 yılında AST tarafından seyircisi ile buluşan oyunun yönetmenliğini Rutkay Aziz yapmıştı. Meral Niron Ana rolü ile Erkan Yücel ise Pavel ile dillere destan olmuştu. Sahne, oyunculuklarıyla ışıklar saçan şimdilerde çoğu hayatta olmayan onlarca meslektaşımla apaydınlıktı.

Bilen bilir.

O acımasız 12 Mart faşizminin ayakları altından dikilen halk, Ana oyununu sahiplenir. Yıllarca kapalı gişe oynayan oyunun müzikleri de dillere destan olur.

Bugün alanlarda söylenen 1 Mayıs marşı bu oyuna ait Sarper Özhan tarafından yapılmış bir bestedir.

Oyunun seyirciyi ayağa kaldırdığı sahnelerden biri, Ana’nın partizan evlatlarına yardım edip etmeme kararsızlığı yaşadığı anda, oğlu Pavel ve yoldaşlarının söyledikleri şarkıdır.

“Boşa didinmek fayda etmez

Her geçen gün daha beter dünden.

Böyle gelmiş böyle gitmez,

Sömürü zulüm devam etmez,

Kaldırmadıkça başlarımızı

Sefaletimiz bitmez.

Elindeki bu boş tencere,

Dolar mı kendi kendine,

Eğer razı olursa sen,

Kendi kötü kaderine.

Kaldırmadıkça başlarımızı sefaletimiz bitmez.”

Bugün ağrılar ve sancılar içinde, kan ve gözyaşı dökerek, neredeyse her gün yeni bir kadın cinayeti ve yalanla uyanan ülkemin, susan teslim olan, örgütlenmiş cehaletin tüm dayatmalarına esir edilen kadınlarına ve pısıp gericiliğe yem olan erkeklerine, bu şarkıyı büyük bir koro ve orkestra eşliğinde söyleyesim var.

[email protected]