Gezi 3.yıl..

Kalabalıkçayız, 35 kişi kadar.

İçimizde yazar-çizer, fotoğrafçı, oyuncu, yönetmen, ressam, müzisyen, dansçı, sahne tasarımcıları, mimarlar, şairler var.

‘Ne olacak bu memleketin hali’ diye laflıyoruz.

Zaten hep öyle oluyor, bu dostlarımla ne zaman bir araya gelsek başka konu yok.

Kimse en son ne ürettiğinden, ürettiğinin yurttaşla nasıl buluştuğundan, yeni üreteceğinden filan bahsetmiyor.

İşimiz gücümüz esir edilmiş akıl üstüne bahis.

Söz dönüp dolaşıp, ‘örgütlenme’ başlığında kilitleniyor.

Yine çözemiyoruz.

İçimizde kabaran bireysellik, toplumsallaşma erdeminin önüne öyle bir set kurmuş ki aşılması çok zor.

Sanat alanlarının bu denli dağınık olması ve her meslek alanında birden fazla dernek vakıf, birlik adıyla yapılanmalar olması iyi gibi gözükse de, biz asıl bu yüzden kaybediyoruz.

Bakın lütfen 79 milyonluk ülkeye, topu topu on bin kişiyiz.

On bin sanatçının toplam 101 örgütü var, hele mahalli ve bölgesel yapılanmaları da sayarsak bu rakam iki katına çıkar.

Tuhaf değil mi, bin parçayız.

Böyle olunca, gericiliğin alanlarımıza ve ülkemize karşı saldırılarını göğüslemekte, ürettiklerimizi tartışmakta, paylaşmakta, yarenlikte, yoldaşlıkta, birlikte üretmekte yol alamıyoruz.

Ortaklaşamıyoruz.

Birbirlerimizin oyunlarına, sergilerine filmlerine, gösterilerine filan gitmiyoruz, yazılan yazıları, dergileri, kitapları okumuyoruz.

Dünya sanat hareketlerinin durumunu konuşmuyoruz, Avrupa ve Latin Amerika’da saldırılara karşı direnen sanatçılar umurumuzda değil, içinde bulunduğumuz savaşı, siyasal pislikleri, yakın ülkelerdeki alt üst oluşları konuşmuyoruz.

Oysa dünyadaki tüm toplumsal hareketlerin içinde, bazen en önünde hep aydınlanmacılar var.

Suriye’de tiyatrolar, müzeler, kütüphaneler, opera binaları revir yapıldı.

Bu revirlerde sanatçılar çalışıyorlar ve her şeye inat sanat üretmek için ölümüne çabalıyor, hafta bir olsun perdelerini açıyorlar.

Fransa ve Şili’de en öndeler.

Şairler şiirlerini okuyor meydanlarda, oyuncular oyunlarını oynuyor, ülkelerin en tanınmış müzisyenleri binlerce insana aşk ve direniş şarkıları söylüyor, ressamlar sokakta, sinemacılar da öyle.

Gezi gibi.. evet ama aramızda çok fark var ilki, sözünü ettiğim sanatçılar örgütlü davranıyorlar.

İkincisi, her hak ihlalinin olduğu, sanat ve sanatçı düşmanlığının yaşandığı, işçi-emek-emekçi haklarının gasp edildiği ve düşünceye engelin olduğu yerde, ilk onlar ortaya çıkıyorlar.

Ülkelerinin siyasilerine söyledikleri ve önerdikleri her sözün bir karşılığı var. 

Anlayacağınız gündüz meydanda gece sahnede olan binlerce yol arkadaşımızx var.

Biz ise Gezi’yi bekliyoruz.

Hiçbir şey yapmıyor, acıları yüreklerimize gömüyor, öfkeyi çıkın yapıyor, hüznü bedenimize giydiriyor ve hiçbir şey yapmıyoruz.

İçlerinizde geceleri sessizce ağlayanlarınız var, biliyorum.

Acılarımız omuzlarımızdaki en ağır kahır.

Çünkü sevinçlerimizi yitirdik.

Ülke talan edildikçe kabuğumuzda küçülüyoruz.

‘Midye gibi kapalı rahat.’

Biz susunca en çok ne oluyor biliyor musunuz, en çok konuşanlar susturuluyor.

Hakları yenenler, ezilenler, ülkenin milyonlarca insanından söz ediyorum, susturuluyorlar.

Adaletsizlik, hırsızlık, doğa katliamı, yalan geçin bunları, bunlara alıştırıldık.

Dahası var mı?

Çocuklarımıza tecavüz ediyorlar, aklıyorlar ve biz susuyoruz.

Bekleşiyoruz, bekleştikçe ölüm üstümüze kanlı bulutlar örtüyor.

Gezinin üstünden 3 koca yıl geçmiş 3 koca yıl.

Avunmaktan başka ne yapmışız. 

Koca bir hiç.

Oysa bugünün koşulları Haziran 2013 ‘ten bin kez daha ağırdır.

En ağırı, katledilen çocuklarımızın katillerinin aramızda dolaşıyor olmasıdır.

Tuhafız, yeni bir Gezi bekliyoruz.

Yalnızda değiliz.

İşçisi, emekçisi, sendikacısı, siyasetçisi, öğrencisi, kadını, erkeği hep birlikte Gezi’yi bekliyoruz.

Olur.

Gider Gezi Parkı’na Dolmabahçe’ye doğru ‘Hadi gel artık, burada çok bekleyenin var’ diye bağırırım.


@[email protected]