Festivalin Bini Bir Para...

Yaz gelince İstanbul'un orta yeri festivallere boğuluyor.

Bir biri ardı sıra bitip başlayan festivaller, izleyenlerle buluşmanın yarışındalar.

İçlerinde en yoksullaşmış ve en içi boşaltılarak hiçleştirilmiş olanı ne yazık ki Tiyatro festivali.

Zaten, "maliyeti çok yüksek ve organizasyonu zorluklar içeriyor" diyerek iki yılda bir yapılmasına karar verildiği gün, neler yaşayacağımızın da işareti olmuştu.

Ne yazık ki, birkaçının dışında, birbirinden niteliksiz ve özensiz yerli yapımların öne çıktığı, uluslar arası yapımlarınsa, "maliyeti düşük" olanlarının konuk edildiği, her hali ile göstermelik bir festival programı var ortada.

Adeta, festival yönetmenleri bir paketin içinden, "ucuz" olanları seçip önümüze sürmüş.

Oysa, Tiyatro dünyasında yaşanan canlılık, tarihinde hiç olmadığı kadar renkli ve zengindir.

Bu gün, hemen hemen tüm Avrupa ve Balkanlar'da seyircinin Tiyatroya olan ilgisi, altın çağını yaşamaktadır.

Avrupalı Sanat ve sanatçı örgütlerinin yayımladıkları ortak değerlendirme raporlarına göre, "tüm emperyalist saldırı ve kuşatmalara karşın sanat ama özellikle Tiyatro sanatı başını kaldırmıştır".

Paris merkezli yayımlanan sonuç bildirgesine göre, Avrupa Birliğine üye ülkelerde, ulusal kültürlerinin örneklerini öne çıkaran ancak, eşitlik ve barış düşüncelerini temel alan yapıtlar, 2007-2008 sezonuna damgasını vurmuştur.

Elbette klasik tiyatronun onlarca örneği de seyircisi ile buluşmuştur.

Bazı dostlar, "öldü bu meslek, Dünyada da ilgi yok" deyip işin içinden kolayca sıyrılmayı yeğliyorlar. Durum, dostların yanılgı içinde olduklarının göstergesi.

Anlaşılıyor ki insanlık, sıkıştırılmış, daraltılmış yaşam alanlarına karşı, soluk alacakları gedikler açma çabası içindedir.

Ve sanat yaşamlarındaki arayışlar, Tiyatro sanatının daha da zenginleşmesine katkı sunuyor.
Fransa, Almanya ve Hollanda'yı Tiyatro adına kasıp kavuran metinlerin özünü "Avrupa nereye" üst başlığı oluşturmaktadır.

Politik kumpanyalar, ülkelerin dört bir yanındaki festivallerde en fazla seyirci toplayanlar ve en fazla kendilerinden söz ettirenler olmuş.

Toplumsal gerçekçi Tiyatro sanatının yeniden biçimlendiği bu alan, aslında kökleri geçmişte olan eleştirici ve akıl oluşturucu bir geleneğin de temsilcisi olarak yol almaktadır.

Şarkılı, danslı ve seyircisi ile birlikte oynanan bir oyun biçimi, farklı kültürlerin, farklı beden dilleri ve davranış biçimleri ile yeniden şekillendirilmeye çalışılmaktadır.

İzleyenlerin, oynanan oyunun birer parçası haline dönüştürüldüğü bu yapıtlar, zaman ve mekan kavramları konusunda da sınır tanımıyorlar.

İnsanın olduğu hemen her yerde gösterime sunulabilecek durumdaki bu oyunların, sokak tiyatroları geleneklerine benzeşliği ise tartışmasız.

Toplumlara zorla giydirilmeye çalışan emperyalist projelerin maya tutmayacağı gerçeği, bir kez daha su yüzüne çıkarmak üzeredir.

Sanat, kendi değiştirici gücünü, yine kendisinin ortaya çıkaracağının işaretlerini vermiştir.

Bu elbette Tiyatro alanında olduğu kadar, Müzik, Resim ve Sinema alanında da kendi ip uçları ile oluşan bir sonuçtur.

Bu gün, savaş karşıtlığı temelinde eşitlik ve barış içerikli festivallerin tüm AB ülkelerini saran bir hızla çoğalıyor olması ve bu festivallere olan ilginin yoğunluğu, kabuğun çatlayacağının bir işareti olarak algılanabilir mi birlikte göreceğiz.

Ülkemiz açısından ise anlaşılan şu dur ki bir kısım yaratıcılar henüz olup biten hemen her şeye seyirci durumundadırlar.

Ürettikleri sanat alanlarının güçlerini hiçe sayarak, "fon avcılığı" ile AB fonlarından "cep doldurmanın" gayretkeşliği içindedirler.

Ne diyelim, yoksulluğun mu gözü kör olsun, yoksa hinliğin mi?

17.06.2008

[email protected]