Düş ve gerçek…

"Nerede bu ülkenin aydınları, sanatçıları, niye susuyorlar, memleket ne hale geldi görmüyorlar mı?" 

Bu ve benzeri beylik cümleleri artık duyamaz olduk.

Nedeni "aydın ve sanatçı" denilen insanların sesini çıkarıyor olmasında değil, memleketin içine düşürülen duruma ses verecek vatandaş duyarlığının körelmiş olmasında.

Abartmıyorum.

Bir bekleyiş var ki sormayın.

Dizilmişler telgraf tellerine tüneyen kış kuşları gibi, ayakları altından akan dünyadan habersiz öyle bekleşiyorlar.

Ölümü seyrediyorlar, katliamları seyrediyorlar, talanı, yalanı seyrediyorlar.

Yalnız ülke değil dünya yangın yeri ama bunlar seyrediyorlar.

Öyle film seyretmekten filan bahsetmiyorum, yangının ateşi halkın yüzünde şavkıyor, yani her şeyi birebir yaşıyorlar.

Ekmek küçülmüş, kanlanmış, iş güvenliği, çalışma hayatı köleleştirilmiş, laiklik, adalet, hukuk bitirilmiş umurlarında değil.

Ülke çoğunluğunun durumunu, "Gemisini kurtaran kaptandır", "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" diye tanımlarsak haksızlık etmiş olmayacağız.

İnanın bu hiçbir dönemde böyle olmadı, 12 Mart ve 12 Eylül faşist darbelerine boyun eğenlerin karşında direnen, sesini yükselten örgütlü yapılar ve sıradan yurttaşlar vardı.

Hem de bugünkü gibi TOMA ve biber gazı dışında; sokak ortasında infaz, ölüm, cezaevi, her tür işkence, tabutluk, sürgün gibi birebir yaşanan zulümler olmasına karşın.

Ülke insanlığının büyük bölümü cezaevlerinde katledildi, yerlerinden yurtlarından, aşlarından, işlerinden edildiler ama susmadılar.

Çocuklarımızın yaşlarının büyütülerek asıldığı bir süreçten söz ediyorum.

İdamlardan, işkencelerden, ölümlerden, kurşuna dizilerek katledilmekten.

Bıçak kemikteydi yani.

Ama onurlu yurttaşlar susmadılar.

Oturup evlerinin bir köşelerine ya da meyhane masalarına, fısıltılarla konuşup memleket kurtarıcılığına soyunmadılar.

Çocuklarının, işçilerin, emekçilerin, aydınların, sanatçıların arkasında durdular.

Nasıl mı?

Öyle ya da böyle durdular.

Her iki darbeden ve aralarında yaşanan yüzlerce faşist dayatmadan nasıl çıktılar merak eden döner bakar.

Hepsini unutsanız, memleketin gericiliğe ve ırkçılığa teslim edilmemesi için meydanların her seferinde doldurulduğunu ve birlikte; hak-hukuk-eşitlik-özgürlük diye haykırıldığını hiç kimse görmezlikten gelemez.

Ya bugün.

Ölü toprağı filan değil bu.

Bunun adı siyasal cahillik.

Bir adım daha ileri atayım, bunun adı; Irkçı, dinci, tecavüzcü, talancı, yalancı savaş kışkırtıcısı bir hırsız akla teslim olmaktır ve bunun erdemsizlikten başka tanımı yoktur.

Şimdi yatıp kalkıp bana küfürler edin, "aydın-sanatçı depresyonu" filan ya da liberal soytarılar gibi "değerli yalnızlık" filan deyin.

Ne derseniz deyin, ama önce kendinize gelin.

Bakın aynaya.

Bizleri de boş verin, konuşuyor muyuz, bağırıyor muyuz, yargılanıyor muyuz, korkuyor muyuz, yoksa bu aşağılık iğrenç düzene küfürler kusup bir çıkış yaratmak için yeni şarkılar peşine mi düşüyoruz ilgilendirmesin sizleri.

Artık bu aşağılık, bu iğrenç, bu tepeden tırnağa lağım çukuruna dönüştürülmüş oyunun ya tarafı olacağız, eşitlik ve özgürlük ve barış ve kardeşlik için saf tutacağız, örgütleneceğiz ya da tüneyip fısıldaştığımız o yalan olmuş saklı hayatlarda, birbirimizin yüzüne bile bakamaz hale geleceğiz.

Düş de sizin gerçek de.

[email protected]