Çöp…

Aşağı yukarı her gün, İstiklal caddesinin orta yerinden yolumu eski Tepebaşı Dram Tiyatrosu'na doğru kırıp, evime ulaşıyorum.

Yaşam bir kalabalık bir kalabalık sormayın.

Öyle pazar filan dinlemiyor insanlık, bir aşağı bir yukarı.

Bakına bakına dolanıyorlar.

Seyrine doyulamayacak kültürel bir dokunun içinden geçen, büyülenmiş insanlar gibi!
Sabahın kör saatinden gecenin karanlığına kadar bu böyle.

Hani yaz geldi, İstanbul boşalır, birileri tatile filan giderdi, bu kent biraz olsun nefes alırdı ya, yok öyle bir şey.

Ne oluyor? Bu kadar insan burada ne yapıyor?

Tuhaf gelecek size. Hiçbir şey yapmıyorlar. Öyle dolanıyorlar.

Mağazalar boş, kafeler boş, kitapçı dersen üç tane kaldılar onlar da boş. Sinemalar hiç eskisi gibi değil, en azından geçen yıl bu zamanlarda sinemaları dolduran seyirciler yok.

Tiyatro sezonu kapalı.

Açık olsa ne olur, her gün en az iki milyon insanın sel olup aktığı bu cadde de kala kala üç Tiyatro kaldı.

İstiklal caddesinin her iki yanında, iki ayrı dünya yaşanır.

Bilenler bilir. Bir yanı boğaz'a bakar bir yanı haliç'e.

Birinde, renkli hayatların gece karanlıklarından gündüzlere taşan zilli yoksullukları, diğerinde yokluğun, işsizliğin, açlığın ter ve nefes kokuları gizlidir.

İşte bu, " bin kocadan arta kalan" kentin en önemli tarihsel dokularından birine sahip olan yarım ada, bu günlerde birilerinin iştahlarını kabartıyor.

Elbette tahmin ediyorsunuzdur.

Günlerdir aç bırakılmış bir canavar gibi, dört koldan saldırıya hazırlanan AKP den başkası değil.

Şimdi sizlere, Tarlabaşı kentsel talan projesinin yürütücüsü Çalık grubu ile ilgili nutuklar atmayacağım.

Artık bu adamların, Kasımpaşalı külhan ile olan kan ve dolar bağları ile ilgili de bir şeyler söylemeyeceğim.

Bu talan projelerini hayata geçiren mimarlık şirketlerinin başında, kendine "solcu" diyen aymazlar var ya hani, onlar ilgili de konuşmak gelmiyor içimden.

Yeter ne halleri varsa görsünler.

Benim canımı yakan, yoksulluk.

Tarlabaşı'nın orta yeri pazar günleri pazaryeridir. Şenlikli.

Meyveciler, sebzeciler, giysi satıcıları, peynirciler.

Her ırktan, her dinden bir yoksulluktur akın eder pazaryeri'ne.

Afrikalılar, Kürtler, Türkler, İngilizler, uzak doğulular.

Şaşakalırsınız. Rengarenk.

Bunca insan, bu yıkık dökük dokunun içinden, nefes almaya çabalamaktadır anlarsınız.

Akşam karanlığına doğru, kentin orta yerini siren sesleri kuşatırken, yaşlı kadınlar ve çocuklar, ellerinde poşetlerle toplanan tezgahlara doğru yönelirler.

Üst üste atılmış kasaların önünde, bir kalabalıktır oluşur.

Çürüyüp çöp olan, meyveler, sebzeler paylaşılır.

Bu her yanı çöplüğe dönmüş ve artık kokan semtin çöp temizleyicileri, kadınların ve çocukların işlerini bitirmelerini beklerler.

Aynı anda on ayrı camiden, on bed sesli ve de makam bilmez adam, namaza çığırır onları.

Bir kez daha anlarsınız, yoksulluğun koynunda gizlenen o kara, çirkin öfkeyi.

Bilmezler yakındır, AKP'nin dozerleri üstlerine kalkacak.

Peki kimin canı yanacak?

[email protected]