Çalım...

Korku yürekleri kuşatınca, suskunluk erdem olmaya başladı.

Toplumca susuyor, olanları siyah-beyaz bir film gibi izliyor, işin içinden sıyrılıp çıkacak güçle olan bağlarımız olmayınca da kendimize bile çalım atıyoruz.

Bu günler hayata çalım atma günleri olsa gerek!

Böylelikle kurtulmuş oluyoruz üstümüze taşan dertten-tasadan ve böylelikle rahatlıyor-huzura eriyoruz!

Yaşamlarımızdaki her sorun, anlık sürelerle gündemimize geliyor ve geldiği gibi ötelenip gidiyor.

Ama bunu sanatla yapmaya kalkınca, ‘kıvırıp-bükmek’ zorunda kalıyorsunuz.

Şiir yazayım dersiniz sözcük uyduramazsınız, resim yapayım dersiniz boya kusar, öykü yazayım dersiniz kurgu şaşar, film çekeyim dersiniz elinizde kalır, heykel yontayım dersiniz taş küser, dans dersiniz adımlarınız karışır, müzik dersiniz gırtlağınız kurur, tiyatro dersiniz nefesiniz tıkanır.

Sözün kısası, söyleyecek sözünüz yoksa aklınız büzüşüp kalakalıyor!

Ülkedeki sanat alanlarının tıkanıklığı, üretimlerindeki yavanlığı, sıradanlığı, örgütsüzlüğü için onlarca neden varsa, ilki bu olsa gerek.

Kendi aklımızın esir edilmesini sineye çekmiş durumdayız!

Buradan çıkışın elbet onlarca yolu var.

Ancak aklını ortaklaştırmamış hangi birey güçlü olabilir, tek başına hangi birey, hem kendinde hem toplumda oluşan korkuyu delip geçebilir?

“Ucube” tartışmasında yaşananlar en canlı örnekleme olsa gerek.

Uluslararası saygınlığı olan bir yaratıcının anıt çalışması üzerine yapılan hakaret ve saldırılar ortada tüm çıplaklığıyla dururken, sanat alanlarından toplu bir karşı çıkışın örgütlenmemiş olması ve işin yargıya havale edilerek çözüm beklentisinin oluşturulması başkaca nasıl açıklanabilir?

“Sözümüzü söyledik gerisi sistemin işi bekleyip göreceğiz’ deyip köşelerimize çekilecek miyiz yoksa bu gerici kalkışmaya birlikte yanıt oluşturmak için, korku duvarını delip geçecek miyiz?

İlkinde, bir ‘hayır’ olmadığı ortada.

Adamlar dediklerini yapma konusunda kararlı bir irade gösteriyorlar.

Birlikte izliyoruz.

Kurullar toplanıyor, belediye meclislerinde oylanıp kararlar alıyor ve padişah buyruğunu yerine getirmek için kılıflar dikiliyor, anıtın kesilip-parçalanmasından dem vuruluyor.

O çok güvenilen ‘adalet’ içinse gülüp geçiyorum!

Hangi adalet, kimin adaleti, ya da daha açık soralım hangi yargı, kimin yargısı?

Adam ferman vermiş, görmüyor muyuz?

İkincisinde ise bu ülkenin tüm alanları için ‘hayır’ var.

Birileri bu memlekette at oynatmanın o kadar da kolay olmadığını anlamalı.

Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği’nin geçtiğimiz hafta bu mesele üstüne yaptığı panelin sonunda söylediklerimi burada tekrar etmek istiyorum.

“Korkunun hiç kimseye faydası yok. Gerçekleri hayatlarımızdan ötelemek önce kendimize çalım atmaktır. Boyun eğmeyen insan korkmayan insandır gelin boyun eğmediğimizi gösterelim, Kars’a gidelim ve anıta sahip çıktığımızı tüm dünyaya duyuralım.”

Panel katılımcıları içindeki Fazıl Say’ın “Bu gerici kalkışmaya karşı bir yanıt oluşturmak sanatın ve sanatçının görevidir. Bunun için buradayım” demesi de korku duvarının bezden bir perde olmaktan öte olmadığının asıl göstergesi olsa gerek.

İşaret edilen bu siyah perde yırtılmayı, parçalanıp yok edilmeyi bekliyor.

Biz ise yalnızca konuşuyor, sözü eyleme dönüştürmekten kendimizi öteliyor, söylediklerimize birlikte çalım atıyoruz.

[email protected]