Bu Kahır, Bu Zulüm, Bu Yalan…

Son günlerde kiminle sohbet etsem, ‘bir dokun bin ah işit’ durumu yaşıyorum.

- Tiyatro bitiyor hocam. Daha sezonun kapanmasına bir ay var ama herkes perde indirmek zorunda kalıyor. Anadolu’da seyirci evinden çıkamıyor. Bedava su, sandviç için millet meydanlara koşuyor! Bu adamların sanatla ilgileri de sıfır. Varsa yoksa nutuk çekip milletin aklıyla oynuyorlar. Hiçbiri, bir sanat olayı üstünden halka ulaşmayı düşünmüyor. Eskiden böyle miydi?

- İş yok ağabey. Hiçbir yapım şirketinden bir Allahın kulu aramaz mı? Aranmıyorum. En iyi yapımlarda oynadım, beğenildi filan, ama şimdi. Bu arada cemaat sıkıştırıp duruyor. Aylık maaş öneriyorlar, ‘yalnız bizimle çalışın size şu kadar’ diyorlar. Bir sürü insan teklifi kabul etmiş. Devlet tiyatrolarından, şehir tiyatrolarından insan avlamışlar. Ne halt edeceğiz?

- Provaya girdik, bir ay geceli gündüzlü ter döktük 12 oyun oynandı hop perde kapandı. Kaldık mı sezonun ortasında dımdızlak? O kadar söyledik dinletemedik, bu tekst bu kadroyla olmaz dedik, batarsın dedik, bari tanıtım yap dedik. Hiç oralı olmadı. Şimdi her gün evden çıkıp şöyle çevreyi bir turlayıp, tekrar eve dönüyorum. Bu arada yalnız olmadığımı oyunun kadrosundaki yirmi arkadaşımın aynı durumda olduğunu da düşününce, basıyorum kalayı.

- Kitapçılar tek tek kapanıyor. Bak Beyoğlu’na ne hale geldi. Güzelim İstiklal Kitapevi kapandı. Metropol zaten kapanmıştı. Bir diğeri yandı kül oldu. Burada her gün bu kadar kalabalık var ama bu insanların binde biri kitapçılara ya uğruyor ya uğramıyor. Tiyatroyu filan hiç aklına getiren yok, sinemalar da öyle. Bitti bu cadde, bu kent bitti. Şuraya kondurulan alış-veriş merkezine bir bak, utanıyor insan. Vaktiyle o yapının olduğu yerde iki sinema, bir tiyatro salonu vardı, şimdi bir cep sineması olsun yapmayı bile akıl etmediler. Kapitalizm canavar hocam, kusuyor üstümüze.

- Güya çalışıyoruz. Ortada para yok. Yapımcı dört bölümün ikisinin parasını yatırıp diğer ikisini bir dahaki aya sarkıtıyor. Anam ağlıyor. Set saatleri hiç belli değil. Program düğüm olmuş. Niye stok yok, kimin suçu? Oyuncunun, set çalışanının, tekniğin, rejinin suçu yok biliyoruz. İki tane stok olsa böyle mi olur? Geceler gündüzlere karışıyor. İnsan hakkı diye bir şey yok bu memlekette. Bunun bir çözümü olmalı, birileri bu duruma son vermeli. Sendika dediğin ne işe yarar, bu hak gaspı değil mi?

- Geçen yıl bu vakitler bir film çektik, halen paradan-puldan haber yok. Adam müzisyen, geldi yapımcılığa soyundu, yüzüne gözüne bulaştırdı. Bakanlıktan aldığı üç kuruş anında bitti tabi. Bir sürü borç yapmış, zaten film de bitmedi- bitirilemedi, çekilenlere el koyan alacaklılar olmuş herif pişkinliğe vurup utanmadan benden para istiyor. Senin neyine kardeşim sinema, git bildiğin haltı ye.

- Setlerde çalışan arkadaşların da özel tiyatrolarda çalışan meslektaşlarımızın da sigortaları ödenmiyor. Kim müdahale edecek buna? Adamlar, vergiden kaçmak için sözleşmeleri tek yanlı yapmaya yada hiç sözleşme yapmamaya çalışıyorlar. İş güvencesi yok, sağlık güvencesi yok. Kimin alanına girer bu kavgayı vermek, yok mu bu insanların bir sahibi?

- Bakan efendinin önerisiyle kurulan birlik ortaya çıktı “telif haklarımız güvence altında” dedi. Nasıl oluyor peki, bizim telif hakkımız varsa, nasıl oluyor da yayın tekrarlarından, dış ülkelere satışlardan ödeme almıyoruz? Ortada ya bir büyük yalan var ya da söz konusu yasa göstermelik kim ilgilenecek bununla?”

- Aynı şeyleri düşünüyoruz. Sine-Sen varken ne gerek vardı aynı işkolunda yeni bir sendika kurmaya? Bu alandaki mücadeleyi daraltmaz mı? Bu memlekette, oyuncu hakları ile set çalışanlarının, tekniğin hakları ortak değil mi? Alın bakın yeni kurulan Oyuncular Sendikası’nın kuruluş amaçlarına, bir kaç küçük farklılığın dışında Sine-Sen ile aynı şeyleri söylüyorlar. Yapılması gerekenleri bir kâğıda alt alta yazarak, aynı iş kolunda yeni bir sendika kurmanın amacı ne peki, burada bir kötü koku yok mu? Hani AKP Ocak ayında yasa çıkarıyordu güvence alınmıştı filan, ne oldu? Ben bu durumu sorguluyorum, herkes sorgulamalı. Sine-Sen yönetimi de kendini sorgulamalı.

- Artık beni kimse çağırmaz oldu. Bizim türkülerimiz değersizleşti gülüm. Adamlar, önümüzü tıkamak için ne gerekiyorsa yaptılar. Sen misin solcu al bakalım! Ama ben bizimkileri anlamıyorum, geceler yapıyorlar, heriflerin dinci şiirler okuyan bed sesli, kötü Türkçeli züppelerini çağırıp dünyanın parasını ödüyorlar, popçuları çağırıyorlar yine öyle. Bunu bildik belediyeler, sivil toplum örgütleri filan yapıyorlar. Artık kesinlikle anlıyorum, bu CHP ve kendini bilmez bazı sivil toplum örgütleri, ülkenin sağcılaşmasına hizmet ediyorlar. Ne olacak bu işin sonu, buna bir el koyan olamayacak mı? Ülke her anlamda batağa itiliyor, herkes seyrediyor.

- Şiirsiz olmaz, ne insanlık ne doğa, ne dün ne gelecek şiirsiz yapamaz. Ama nasıl oluyorsa oluyor günümüz insanı bunu becerebiliyor, şiir okunmuyor. Yalnız şiir değil, roman da öykü de okunmuyor. Bıktım, bırakacağım bu işleri, koyarım sözcüklerimi torbama, doğru köye. Bu ülke hangi şairine sahip çıktı ki günümüz şairlerine, şiirine sahip çıksın. Kaldı ki şimdi söz daha yavan, daha sığ. Önceleri böylemiydi, daha sözcükler şairin yüreğinden kâğıda düştüğünde, sıyrılıp girerdi insan aklına.

- Filmi beğendim hocam, elinize sağlık. Devrimden Sonra’nın sinemamız için bir ilk olması umut verici. Bazı kendini bilmezler, anlamsız yazılar yazıyorlar. Anlıyorsun ki adam seyretmeden döktürmüş küfrü. Dinci gazetelerin birinde bir yazı okudum, “bükemediğin eli öpeceksin” diye yazmışlar. Bunu bile görmeyen, görmek istemeyen cahillerimiz var. Ellerinde her tür olanak olduğu halde, bu alanda bir tek ürün bile verememiş, buna cesaret edememiş olanlar yapıyorlar bunu. Kolektif ruha saldırıyorlar. Bilerek ve isteyerek devrimci yaratıların düşmanı olma yolundalar. Bence, gerçeğin peşinden koşan sanatçı ağabeylerimizin, kardeşlerimizin birlik olunca neler yapabileceklerinin işareti bu film. Dilerim yenisini çekersiniz.

- Biliyor musun? Aysa Organizasyon sahibi Alaattin içerde. İzmir Belediyesine yapılan baskından sonra tutuklanarak cezaevine kondu. Belediyeyle iş yapan tüm şirketlerin sahiplerini de gözaltına almışlar. Hayır, anlamıyorum, bir tiyatro organize şirketinin eti ne budu ne? Açıklamalardan anlıyoruz ki, İzmir Belediyesi tüm kültür-sanat programlarını iptal etmek zorunda kalmış. Önümüzdeki İzmir Tiyatro Günleri tehlikede demektir. Kültür Bakanı denen zat, İzmir’den aday. Eğer İzmir bu adama, bu partiye oy verip seçerse, yazık olsun İzmir’e.

- 6 Mayıs’ta Ankara’da salondaydık hocam. O gün içimiz çok buruktu. İdamların yıldönümünde bir çınar düştü toprağa. Bu nasıl örtüşmedir? Hayatını onurlu insanların hukuk mücadelesine adamış bir adalet savaşçısı, çocuklarının idam yıldönümlerinde toprağa aktı. Gösterinizin final sahnesinde tutamadım kendimi “kahrolsun faşizm” diye zıpladım yerimden. Baktım ki yalnız değilim mutlandım, sağ olun.

-Meydanlardaki maymunluğun bitmesine kaç gün kaldı hocam, daha ne kadar sürecek bu kayıkçı kavgası?

-Ellerini birleştiremeyenler, onurlarını birleştirebilecekler mi sence?

-Daha nereye kadar bu kahır, bu zulüm, bu yalan?

[email protected]