Bu bir 27 Mart Dünya Tiyatro Günü yazısı değildir

Brecht, Hitlere ses çıkarmayan sanatçılara: “Sizler şu an batmakta olan geminin duvarlarına çiçek resmi yapıyorsunuz bunun da adına sanat diyorsunuz!” dediğinde sesini çıkaran olmamıştı.

Birileri bir yerlerde utandı mı bilinmiyor ama yüzlercesi işlerini yapmaya devam ettiler.

Hitler sanatı bilen(!) bir kafatasçıydı. Resim yapma tutkusu vardı. Kısa zamanda bu tutkununda sayesinde sanat alanlarının tümü üstünde egemenlik kurdu.

Opera, Bale, Tiyatro, Müzik, Resim, Heykel alanlarında biat etmeyen hiç kimsenin üretme şansı kalmadı.

Evrensel olmuş klasik sanat eserlerinin bile içerikleri budanıyor, sansür ve otosansür ‘altın makas’ gibi çalışıyor, gereğini yapmayanlara gereği yapılıyordu.

İktidar olduğu ilk yıl Almanya’da tutuklanan sanatçı, sanat öğrencisi ve sanat eğitimcisi sayısı 3 bin kişi olarak kayıtlara geçer. Bunların büyükçe bölümü devşirilir ve ‘Ari ırk için sanat’ kampanyası başlatılır.

Führer’in geceler boyu süren sanatçı ağırlamaları başkanlık sarayının vazgeçilmez programı haline dönüşür.

Bu buluşmalarda bir yandan insan boğazlarken, fırınlarda yakarken, kurşuna dizerken, ülkeler işgal ederken Wagner dinleyerek çılgına döndüğü bilinir.

Beden dili haline gelen el kol hareketlerindeki tuhaflık, yüzündeki kin ve öfkeyi kusan saldırganlık, selamlama ve yürüme biçimi dâhil hepsi öğretilmiş davranışlardır.

Ortaya çıkan bu akıl hastası tipolojiye tapınan Alman halkının psikolojik durumu üzerine, onlarca sosyal bilimcinin makaleleri var.

Ruh sağlığı yitmiş, işaretle selamlaşan ve her selam verişte tapındığını belirtmek için yüksek sesle ‘Heil Hitler’ demek zorunda bırakılan bir halk.

Benim tuhafıma giden aynı davranış biçimini sanatçıların da göstermesi olmuştur.

Düşünün lütfen, Berlin Opera’da perde açılıyor, karşınızda 50 kişilik bir orkestra var, şef asker adımları ile ortaya geliyor, duruyor ve o tuhaf selamı veriyor, aynı anda tüm salon aynı hareketle güya orkestrayı selamlıyor.

Bu tapınma seremonisi her sanat etkinliğinde yapılıyor.

Neredeyse her hafta yapılan büyük meydan törenlerinde de aynı şey oluyor, binlerce asker, sivil aynı selamla Adolf’u selamlıyor.

Brecht’in bu tapınmanın uşağı olmuş sanatçılara ve halka söylediği son söz, tarihe düşülen son nottur: “Katillerin önünde diklenmek gerek”

Şimdi iki haftadır nerden çıktı şu Hitler göndermeleri filan demeyin.

Saray soytarısı durumundaki ‘sanatçılar’ iki iken beş oldular, on ondular, şimdi amip gibi çoğalıyorlar.

Saray için şarkılar, marşlar besteliyor, resimler yapıyor, reklamlar, sinema filmleri çekiyorlar.

Şu Rabia işareti de tutsaydı bu iş yürüyüp gidecekti!

Demem o ki, yarılma büyüyor. Paranın ve korkunun esiri edilmiş bir soysuzluk damarı adeta sıraya girmiş durumda.

Çürüdük.

Bu arada, 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nde ne yapacağımızı merak edenleriniz varsa, aynı gün sabah 10.30 da Çağlayan Adliyesi önüne kulak versinler. Teslim olmayanlar meydana çıkacak.

[email protected]