Begonvil sevinci...

Güneşin hayata ilk merhaba dediği saatlerde bir ılgın ormanı içinde oldunuz mu hiç?

Gece boyu ağlamış olmanın yalnızlığı gibidir ağaçların her biri.

Orman diyorum orman, ılgın ormanı. 

Öyle üç beş ağaç değil yüzlercesi koyun koyuna. Üç yüz yaşında olanları da var üç yaşında olanları da, üç aylık olanları da.

Deniz kokar iğne yaprakları, kökleri tuzdan beslenir, gövdesi sudan ve güneşten.

Bilmezsiniz neden ağladıklarını, kırılgan dallarının arasında sakladıkları güneşle olan aşklarını, rüzgârla olan kavgalarını çözemezsiniz.

Ne işe yarar demeyin, ayrılıkları gizlerler gölgelerindeki kum tanecikleri üstünde ve yalnızlıkları ve umutsuzlukları ve ötelenmişleri.

Çaresizlerin ev sahibidirler.

Kökleriyle dalgaların seviştiği en yaşlı olanının altına oturdum. Sabahın İlk güneşi kırmızı bir gül gibi dolanıyor üstümüzde.

Bu yarımadanın bir büyüsü olsa gerek; Cevat Şakir’den beri her adımında çiçek, her adımında okaliptüs her adımında ılgın, nar, mandalina, her adımında begonvil.

Sussa insan bu güneş denizinin ortasında buram buram renklere boyanacak nefesi.

Seferden dönen balıkçı kayıklarının motor sesleri içinde Balık Tutan Şaşı Kedi Sokağı’ndaki sarman düşüyor aklıma. Şimdi tüm kedilerden önce o koşturuyordur limana. Çitlerden atlayarak, sahil boyu gezinen esrik insanların ayak diplerinden seyirterek.

Yaz kış kendine hayatı barınak yapan İbiş de öte yandan koşturuyordur. Daha ağır aksak, daha düşünceli ve ne yaptığını bilerek.

Tekneler dubalara bağlanır bağlanmaz bir şenliktir oluşuyor. Kedi yavruları, köpek yavruları, insan yavruları. Hepsinin umudu denizden.

Dünün Deniz Gurbetçileri bu balıkçılar.

Vurgun yemiş sünger avcıları her biri, kopamamışlar mavi sulardan, dip sarhoşluğundan, köpüren beyazlıktan, oynaşan balıktan.

Orada sazlıklardan çardağın altındaki köy kahvesinde, incir lokumu gibi bakışırlar birbirlerinin yüzlerine. Acı dündür, sevinç dündür.

Yetmiş beş metre derinlikte orfoz olmaktır umut.

Paylaşırlar deryanın diplerinden taşıdıkları sevinci, kedilerin hakkı, köpeklerin hakkı ve insanların hakkı diye.

Şurada sahilde, yüreğine çiçekler doldurulmuş tekne artığının içinde bin sevinç, bin umut gizliyse bu yüzdendir.

Uzaktaki yalnızlıklar düşüyor aklıma.

Soma katliamında karalara bürünenlerin yiten umutları konuyor ellerime.

Nedendir bilemedim, şarkılar bile ritmini yitiriyor. 

Ne keman, ne viyola, ne piyano ne davul ne şu ağlaşan saksafon anlatamıyor bir başınalığı.

Yeni bir senfoni gerek bu hayata.

Ilgın ormanlarının içinden taşıp, Halikarnas Balıkçısı’nın okaliptüs ağaçlarına sarılan, oradan Can Baba’nın rengahenk begonvillere dokunup mandalina bahçelerinin içinde satsuma olan ve Balık Tutan Şaşı Kedi Sokağı’ndan koşarak limandaki deniz diyarına ulaşan sevinçler gibi.

Zulme yenik düşmeden.

Gökyüzünün ta orta yerine mavi bir sevdalı bulut çizer gibi. 

Varsın birileri saltanat diye bağırsın.

Varsın birileri alkış tutsun, dualar okusun, mehteran bölüğü eşliğinde 101 pare top atılsın, varsın adalet iç edilsin, varsın, sanat-sanatçı susturulmaya çabalansın, edebiyatın dili bağlansın, şair kelepçelensin.

Durdurmazlar şenliğini hayatın.

Ne gökyüzünün maviliğini, ne ılgın ormanının hasretliğini ne denizin dibinde oynaşan kardeşliğin bayramını.

Umut Orman olmakta.

Ilgın ağaçlarından, akasyalardan, ıhlamur ve okaliptüs ağaçlarından oluşan büyük bir orman.

Begonvil sevincinde.

[email protected]