Aptal kutusunun kahramanları (1)

Toplumdaki gericileşmenin bu denli kabul görmesinin onlarca nedeni var. Aynı yerden püskürtülen mikrop, değişik alanlarda değişik saçmalıklarla ülkeyi kasıp kavuruyor.

TV yayıncılığı; dizilerden, sabah programlarına, tartışma programlarından, haberciliğe, belgesel yapımına kadar bu mikrobun yaygınlaşması için kullanılan en önemli alan.

Yeni Osmanlıcılık elde tespih, kafada külah, üstünde kaftan ve kefen ile ortalarda dolaşıyorsa; bunun asıl kaynağı, cahili esir almayı becerebilen yayıncılık anlayışı ve bu çarkın dişlileri arasına sıkışan binlerce ‘sanatçı’ adlı insandır.

Bu saptama İtiraz kaldırmaz. Üstüne saatlerce konuşulur, yazılır.

Bir başka gerçek ise, Televizyon denen fare kapanının bu ülkedeki en büyük sömürü alanı olmasıdır.

Sözü uzatmayacağım.

Bu alanda yıllarca üretmiş biri olarak, iğneden ipliğe tüm madrabazlıklara tanıklık etmiş, bu sömürü çarkının nasıl işlediğini bilen biriyim.

Reklam veren ile reklam alanın aynı olduğu bir dünyada; akılları, yaşamları, yürekleri kıstırılmış, ruhları satın alınmış insanların, gericileşmedeki konumlarını, fonksiyonlarını ve var oluş nedenlerini irdeleyince gerçek sırıtıyor.

TV yayıncılığı AKP tarafından ele geçirildiğinden beri, kimin eli kimin cebinde ya da orasında-burasında belli değildir.

Kendiliğinden işletilen ve kimlerin koyduğu belli olan kurallar sır değil. Bu çark döndükçe sorunda yok, alanda memnun, verende.

Anlatalım.

Ortada, yayıncılığın neredeyse tüm zamanlarını dolduran ‘dizi sektörü’ diye bir pasta var.

Bu pasta dilim dilim pay ediliyor.

Bazıları bu pastanın en büyük payını alıyor bazıları ise döküntülerini ama değişmeyen şey, pastanın yapımını, oluşumunu ve sunumunu gerçekleştiren tüm yaratıcılarının, emekçilerinin iliklerine kadar sömürülüyor olmasıdır.

Neler olduğunu ve alandaki insan malzemesinin ne olduğunu madde madde sıralamak gerekir.

1-Yapımcılık: Dünü itibariyle kökleri TRT ye dayanan kurallı, disiplinli önemli bir yaratı alanıdır. Bugün bu alan, taşeron insanların ortadaki havuzdan nemalanmaları için oluşmuş iş bilmezler çoğuludur. Yaşamları boyunca senaryo nedir, oyuncu kimdir, film nasıl çekilir, kurgulanır, gösterime sokuluru bilmeyen, yalnızca paranın peşine koşan bir çoğuldan söz ediyorum.

Bunların büyükçe bölümü TRT dâhil, tüm kanallara iş yaparlar. Aralarında AKP’li olmayan yok gibidir, olmayanlarda bin taklayla kimliklerini gizlerler.

Kendilerini bu pazarda tanımak kolaydır. Son model arabalar, yatlar, katlar, yazlıklar, önceki hayatlarında adımını atamayacakları lokantalarda, barlarda, gece kulüplerinde ‘her gün başka bir güzelle’ zaman geçirmeler, kumar seyahatleri, küfürbaz ve aşağılama üstüne kurulu lügatları ile günün siyasi koşullarına uygun davranırlar. Kimilerinin arabalarının bagajında tespih ve seccade vardır, kimileri ofislerinde terlikle dolaşır, kimileri odalarından birini mescit yapmışlardır. İşlerini yardımcılarına yaptırırlar. Yapım sorumlusu adıyla iş bitiren bu insanlar, sömürü çarkının ilk kurbanıdırlar. Yönetmenden setin kuruluşuna, montajdan, müziklenmesine kadar bu insanlar karar verirler, patron adına her iş bunların sorumluluğundadır, yasal imza gerektiğinde de bunlar ateşe atılır.

2- Oyuncular: Tüm televizyon dizilerinde dönüp dönüp aynı oyuncuların kullanılması bir tercihtir.

Etliye-sütlüye bulaşmayan, dün söylediklerini inkâr edip pusan, ülkesi tarumar edilirken ağzını bıçak açmayan ne kadar ‘oyuncu’ varsa onlardan söz ediyorum. Bu insanların büyükçe çoğunluğu tanıdık insanlardır, daha dün Haziran Direnişi sırasında ortalarda dolaşmışlar, bazı hak ve eşitlik eylemlerine destek vermişler(!) ama sonra sistem tarafından satın alınmışlardır. İsim isim açıklayabilirim, ancak bunu bu ülkenin televizyonları başına kilitlenen seyircilerin vicdanlarına bırakıyorum. Bu arada tamamını bu lekeyle anmak haksızlık olur, aralarında hep susanlar yani ta başından beri çarkın parçası olmayı seçenler ve yarasına dokunduğunda feryat edenler elbette var. Ve elbette, oyunculuk mesleğini en saygın biçimiyle yaşayan, yaşatan, dayatmalara boyun eğmeyen onlarca yaratıcısı olan bir ülke olarak, bu pespayeliğin içinde ayakta duran sanatçılarda var.

3-Kast direktörleri ve Kast ajansları bu alanın üçüncü ayağıdır.

Kimin kim olduğunu, nerede ne yaptığını, kimin kimlerin sevgilisi-uzatmalısı-para kasası olduğunu, kimin kime yamandığını bilirler. Kastları yaparken öncelik budur. İkincisi ise, ne kadar az paraya ‘bu işi bağlayabilirimin’ hesabını yapmaktır.

Oyunculuk değerlendirmesi üçüncü adımdır. Buna uygulayıcı yapımcı-yapımcı ve yayıncı ile birlikte karar verirler. Yönetmenlerin ise, önlerine konan işi çekmekten başka söz hakları yoktur.

4-Senaristler: Büyükçe çoğunluğu Radyo-Televizyon ya da Dramatik Yazarlık bölümü okumuş, akılları patronlarının isteklerine göre çalışan, aparmayı, aynı hikâye ya da temayı sakızlayarak süslemeyi, gerçekliği değil hayali yazmayı, yalanı merkeze alıp insanın akıl ayarları ile oynamayı becerirler. İstenilen budur. Gerisi beş para etmez.

Elbette bu arkadaşların içlerinde de aşkın ve barışın peşinde koşanlar vardır, hem de azımsanmayacak kadar ama onlar işsiz bırakılmışiardır ya da kıyısından köşesinden yazılanlara danışmak yapanlardır.

5-Figürasyonların durumu ise içler acısıdır.

Neredeyse bütün Türkiye yurttaşları bu ‘meslek’ için potansiyel adaydır,  günde 20 liraya ki o parayı ne zaman alacağı da belli değildir, sırf üç öğün karınlarını doyurmak adına set set dolaşırlar. Hiçbir insani koşul, hiçbir insani hakları yoktur.

Emeklisinden işsizine, elden ayaktan düşmüş eski oyuncusundan, komşu apartmanın kapıcısına, üniversite öğrencisinden, oyunculuk okuyanına kadar binlerce insandan söz ediyorum.

Bu insanların bağlı oldukları Kast Ajansı adıyla var olan madrabazlıklar sözünü ettiğim sömürü çarkının en kanlı dişlileridirler.

Büyükçe çoğunlu bugün var yarın yoktur, büyükçe çoğunluğu kayıt dışıdır, büyükçe çoğunluğunun da insanlara milyonlarca borçları vardır.

Görüldüğü gibi, senaristinden, oyuncusuna, yapımcısından, yayıncısına, figüranına kadar alan hiçte karmaşık olmayan kurallarla yönetilir!

Burada herkes mutludur, herkes memnundur, herkes yaptığı işle övünür ve reyting kavgasının içinde saman yaprağı gibi salınıp dururlar.

Sorarsan ülkede yaşananlarla ilgileri yoktur, onlar ‘işlerini yapıyorlar’ ve ‘kendileri yapmasa birileri mutlak yapacak’ diye düşünürler.

Oysa dişlileri oldukları çark tarafından ülkenin üstüne püskürtülen tüm çirkinlikleri, tüm düzeysizlikleri bir yana koysak ta, birebir kendileri onlarca sahteciliğin esiri edilmişlerdir.

Yalnızca ikisini sıralayarak çözüm önermelerini, alandaki örgütlenmeleri ve durumlarını bir daha ki yazının konusu yapalım istiyorum.

Bu insanlarının %98’nin sigortası yoktur.

Hiç birinin ama hiç birinin iş güvencesi yoktur.

Buna gemilerini her koşulda yüzdüren bazı yapımcılar, yancılar, ortaklar, taşeronlar da dâhildir.

Sözün kısası; esir edilmenin böylesi hince olanı galiba bir tek köle pazarlarında vardır.

[email protected]