Akıp gidiyor zaman...

Dönemin seyircileri ve tiyatro yaratıcıları Ankara Şinasi Sahnesi’nin tiyatromuzdaki yerini ne kadar biliyorlar pek emin değilim.

Oyuncular Birliği adıyla 1975 yılının ortalarında hayata katılan bu salon, Ankara’da AST, Halk Oyuncuları ve Halk Tiyatrosu gibi köklü birlikteliklerin ardından akıl zenginliği yaratmanın peşine düşen onlarca ismin bir araya gelmesiyle oluştu, ilk yıllardaki ayrışmanın hemen ardında da ÇAĞDAŞ SAHNE adını aldı ve öyle yaşadı.

Dillere destan onlarca oyun sahneye taşındı.

Seyirci Çağdaş Sahne’ye sahip çıktı, kapalı gişe yol alan çok renkli ve çarpıcı örneklerin yetkin yaratıcılarca sunulması büyük beğeni topladı.

Benim de içinde olduğum bu yolculuğun Yılmaz Onay, Rüştü Asyalı, Tuncer Necmioğlu, Cevza Şipal, İsmail Işılsoy, Serpil İnanç, Selçuk Uluergüven, İhsan Sanıvar, Yusuf  Dağüstün, Erdinç Bora, Gülsen Tuncer, Köksal Engür, Metin Coşkun, Nuri Gökaşan, Savaş Akova, Berin Ötenel, Seval Gökçe, Tayfun-Güzin Çorağan, Yaman Altıok, Onur Utku, Cihat Mağara, Ömer Özgeç, Maksut Göksu gibi onlarca yaratıcısı ve emekçileri vardı.

Masal gibi.

Birçok oyunun içinden, bir ortak çalışma olan Grev, Gladkov’un Çimento, Nâzım’ın Ferhat ile Şirin ve Kuvayı Milliye Destanı öne çıkanlardır.

Süreci belgeleriyle gün gün yazdım, yakında bir kitap çalışmasıyla karşınızda olacak ama Sinematek denen ülkemin en önemli sinema yapılaşmasının temelinin de burada atıldığını bilmeyenleriniz vardır.

Kıymetlimiz Mahmut Tali Öngeren ile sevgili Vecdi Sayar’ın küçücük bir odadan hayata kattıkları, dünya sinemasının başyapıtlarıyla tanışıklığımızı sağlamış ve çok uzaklarda duran bir hayatla bizleri kucaklaştırarak, renkli bahçelerin içinde koşar adım yol almamıza neden olmuşlardır.

Tüm sinema seanslarının ve tüm oyunların büyük ilgi görmesi, elbette dönemin duyarlı yurttaşlarının, sendikal örgütlenmelerinin, hayatın sahibi olmuş gençliğin ve hiç yitmeyecek olan tiyatro seyircilerinin katkısıyla olmuştur.

12 Eylül darbesine tiyatronun gücüyle direndi ve ardından yeni iç sorunların yarattığı bir boğuşmayla sönülmendi.

Bir süre kapalı kalan salon, önce Erkan Yücel tarafından sonra onlarca konuk tiyatro tarafından kullanıldı.

Sonra da olan oldu ve salon Devlet Tiyatroları’nın kullanıma geçti.

Benim için ve o sahne de oyunlar oynamış onlarca oyuncu kardeşim için hüzünlü zamanlardı. ‘Elimizdeki en önemli değeri devlete kaptırmıştık’.

Birilerinin adını ŞİNASİ koymaları bile geçmişin üstünü silmekti.

Bağırdık duyan eden olmadı.

Daha geçtiğimiz sezon o salona konuk olduğumda da aynı tanıklığı yaşadım.

Devlet tek kuruş yatırım yapmamış, bizlerden kalan ne varsa onun üstünde tepinip durmuştu.

Bilinmez belki bu yüzden söylemek gerek, tiyatro üretmek olanakları açısından bu salonun sırları çözülememiştir, altında ve her iki yanındaki çalışma odaları, şimdilerde garaj olarak kullanılan bölüm ise onlarca atölye çalışmasına ve oyun provalarına tanıklık etmiştir.

Şimdi oyunlar, festivaller, filmler, konserler, resitaller, etkinlikler, paneller, söyleşiler, çocuk oyunları ile dolu 45 yıllık bir öykünün sonuna gelinmiştir.

Bugün gizlice satılan ve yakında yerinden otel ve AVM yükselecek olan bu yürek sancımız salon alnımızın, emeğimizin ürünüdür ve yok olup gitmesi bu yüzden zulüm bu yüzden düşmanlıktır.

Farklı anlatılır ama biz sadece buruk bir gülümseme katarız hayat denen eyleme, sonra gün olur el sallar gideriz, görmezsiniz bile.

[email protected]