Aforoz...

Önce beşincisi düzenlenen Yeşilçam Sinema Ödülleri töreninde, daha sonra 30. yılını adımlayan İstanbul Film Festivali’nin açılış gecesinde sanatçı dostlarımızdan protestolar yağdı.

Beyoğlu Belediyesi himayesinde gerçekleştirilen Yeşilçam Ödüllerinde dört büyük ödülü alan ‘Çoğunluk’ filminin yapımcısından, tutuklu gazetecilere dayanışma mesajının iletilmesi, alkışlarla destek gördü.

Alkışlar çoğalarak sürdükçe ön sıralarda oturan Ertuğrul Günay, Egemen Bağış ve Ahmet Misbah Demircan beylerin yüzlerindeki ifadeler görülmeye değerdi!

Bu ifadelerden mahcubiyet ve suçluluk duygularından çok, ‘müstehzi bir gülüşle geçiştirme, orada yokmuş gibi davranma pişkinliğini’ okumak, hiç zor olmasa gerek.

Gecenin sunuculardan Meltem Cumbul’un “Emek Sinemasının kapalı olmasını” protesto etmesine gelen alkışlı destekler de beylerin umurlarında olmadı.

Olmadı diyorum çünkü ödül gecesi boyunca sahnede boy gösteren bu beylerden hiçbir açıklama gelmedi.

Hiçbir şey olmamış gibi davranmak, iki gülüş bir çalımla meseleyi geçiştirmek, olup bitenlerin üstünü örtmüyor!

O gece, “bakanlık döneminin en büyük ödülünü aldığını” söyleyen Ertuğrul Günay, hangi ülkenin kültür bakanı olduğunu bir kez daha unutup iki cilalı sözle, protesto alkışlarından kaçabileceğini sanıyorsa yanılıyor.

Emek Sinemasının, tüm karşı çıkışlara, eylemlere, imza kampanyalarına karşın yıkılmasına onay veren Beyoğlu Belediye Başkanı da sorumluluktan kurtulacağını sanıyorsa o da yanılıyor.

Bu gün kapalı salonlarda sanatçıların alkışlı protestolarını pişkinlikle karşılayanlar, yarın sokakta adımlayacak yer bile bulamayacak olurlarsa, bunun tek sorumluları kendileri ve taşıdıkları siyasi akıl olacaktır.

İkinci olay yine aynı mekânda Lütfü Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda yaşandı.

İstanbul Film Festivali’nin 30. yılında ‘onur ödülü’ alan yılların ustası Zeki Alasya, “Emek Sinemasının bir an önce açılmasını istiyoruz. Ama açılınca içinde namaz kılınacaksa hiç açılmasın daha iyi” demesi, bazı beyler ve hanımlarda ‘soğuk duş’ etkisi yarattı!

Çoğalan destek alkışlarına anlam veremediler.

Oysa Zeki Alasya, ülkenin içine itildiği duruma işaret ediyordu.

Bugün, AKP’li belediyelerin konferans-kültür merkezi-tiyatro binası adıyla işletilen tüm binalarının içinde, birer mescit bulunmaktadır.

Bu durum yalnız İstanbul’da değil tüm ülkede böyledir.

Bu salonları kullanmak durumda olan meslektaşlarım bu gerçeği çok iyi bilirler.

Ya kulislerden birinin ya da bağımsız başka bir mekânın ‘mescit’ olarak düzenlenmesi, adeta yasa maddesi haline dönüştürülmüştür.

Muammer Karaca Tiyatrosu bunun en açık örneğidir.

Zaten sahne gerisi olanakları sınırlı olan bu güzelim tiyatronun, kulislerinden biri mescittir.

Sahne altındaki oyuncu fuayesinin hemen yanında bulunan kuliste seccadeli, tespihli ve de yeşil halılı kulis, emre amade halindedir!

Kim kullanır, ne zaman kullanır bilinmez.

Tiyatro sezonunda Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu’nda çalışırken tanık olmuştum.

Toplam 3 kişi olan belediye personelinden yalnızca biri, ya bizler oyuna hazırlanmak üzereyken ya antre beklerken yada oyun arasında aramıza dalar, anahtarıyla mescidini açar, namazını kılar çıkardı.

Ayşen Gruda ile birlikte bu duruma tepki göstermiştik.

“Kulis olanakları sınırlı bir tiyatroda bu keyfi uygulamanın, gereksinmeyi karşılamaktan çok politik olduğunu, arkadaşlarımızdan birçoğunun kulis yetersizliğinden ötürü sahne arkasında, perde gerisinde, merdiven başlarında soyunup-giyinmek zorunda kaldığını” dillendirdik.

Bugün Büyük Şehir Belediye Başkanı olan Kadir Topbaş, dönemin Beyoğlu Belediye Başkanıydı.

Umurunda olmadı.

O kulis halen mescit olarak kullanılmaktadır.

Bu örneği yüzlerle çoğaltmak olasıdır. Son 5 yılda Anadolu’ya yaptığımız her turnede oynadığımız hemen her salonda bu gerçekle yüzleştim.

AKP’nin kültür sanat mekânlarının içine ibadet yeri düzenlemeleri yapması, bir aklın dayatmasından çok daha öte bir davranıştır.

Oysa hiçbirimiz, hiçbir oyuncu arkadaşımız ya da sanat yaratıcımız insanların dini inanç seçimleriyle ilgilenmeyiz.

Ancak tiyatro ya da sanat mekânı diye oluşturulan yapılar hepimizin ortak evleridir ve o evlerin nasıl düzenlenmesi gerektiği uluslararası standartlarla kendiliğinden belirlenmiştir.

Bu yüzden olsa gerek hiçbir ülkenin sanat mekânlarının içinde ibadet düzenlemesi göremezsiniz.

Bu saptamanın dışında kalan İran, Suudi Arabistan gibi ülkeler ise, AKP uygulamasının kendine örnek aldığı ülkelerdir.

Zeki Alasya’nın konuşmasına dönersek, ustanın yaptığı saptamanın haklılığı tartışılmaz derecede doğru ve samimidir.

Gelin görün ki bir takım aklı evveller, ustayı hedef tahtasına oturmak için hemen kollarını sıvamışlardır.

Taraf muhabiri Mehmet Baransu, twitter üzerinden Zeki Alasya'nın aforoz edilmesi çağrısında bulundu.

Birçok gerici internet haber sitesi de Alasya'nın sözlerini "Mason Alasya'dan şok sözler" türü başlıklarla haberleştirdiler.

Ülkenin sanat örgütleri yine sus-pus.

Tiyatro siteleri, o sitelerin yazarları, sanat dergileri, gazetelerin kültür sanat yazarları sağır-dilsiz ve kör!

Ancak, tüm bunlara karşın Türkiye tiyatrosuna, sinemasına, televizyon sektörüne yıllarını vermiş Zeki Alasya usta, kendini yalnız hissetmemelidir.

Bu güzelim ülkede gerici-ırkçı saldırılara göğüs gerecek, boyun eğmeyecek bir sanatçı iradesi de var ve onlar, insanların düşüncelerini özgürce söyleyebilmeleri için ne gerekiyorsa yapmaya hazırlar.

Aforoz çağrısı yapan kara aklın temsilcisi kalemşorlar da, bunu böylece bilmek zorundalar.

[email protected]