Acı, keder, hüzün ve bir tutam umut…

Bir tane bile ‘güzel haber’ olmaz mı be kardeşim.

Hep katliam, hep ölüm, hep talan, hep yalan, hep kahır.

Gencecik insanlar düşüyor toprağa, tiran oturmuş tahtına salyalar saçıyor, sırtlan gibi sırıtıp yeni pis kumpasların planlarını kurguluyor.

78 milyonluk koca bir ülke boğuluyor.

Yorumlar okuyorum, ‘bu son çırpınış’ filan diyor bazı dostlar, umursamıyorum.

Sen ayağa kalkmazsan, kan ve ölümle iktidar olan, hırsızlık ve talanla saltanat süren çırpınmaz!

Bunca tapınanı varken, ülkenin tüm kurumlarını, kuruluşlarını secdeye vardırmışken bulur bir yolunu.

13 yıldır bulduğu gibi.

İçinizi karartmak için değil gerçeği ötelememek için söylüyorum bunu.

‘Bitireceğiz bu pis düzeni’ gibi şahlanış sözcükleri duyduğumda umut kuşatıyor bedenimi ama sokağa çıkıp hayata dokunduğumda, içimizi kemiren gericilik mikrobuna nasıl esir edildiğimizi görüp küfürbaz oluyorum.

Tütmeyen Fabrika bacaları, terk edilmiş ekin tarlaları, dalında üzümler kurumuş bağlar, kurutulmuş dereler, esir edilmiş akarsular görüyorum.

Kanıyor yüreğim.

 İmam Hatiplere evirilmiş okullar görüyorum yüzlerce.

Cami avlularında 13 -15 yaşında çocuklar görüyorum yeşil takkeli.

Ellerinde Kuran, başları bağlı kız çocukları görüyorum.

Cami önlerinde her yaştan dilenciler görüyorum, yalvar yakar ekmek parası için inliyorlar, dualar okuyarak el açıyorlar hayata.

Ağlamaklı kadınlar görüyorum, kucaklarında 2-3 yaşında çocuklar, yüreklerinde savaş acısı, alınlarında güneş yanığı yitik bir öfke.

Ülkemin tüm parklarında evsiz yurtsuz insanlar görüyorum, çaresizlikler içinde kıvranan.

Sokaklarda Suriyeli göçmen çocukları satan pezevenkler görüyorum, insan kaçakçıları fır dönüyor çevremizde.

İnsan pazarlarında bekleşen aç-çaresiz- umarsız insanlar biliyorum.

Binlerce işsiz genç biliyorum, hazan yaprağı gibi savruluyorlar oradan oraya.

Biten evlilikler, çöp tenekelerine bırakılmış aşklar, bölük pörçük yaşamlar, gülmeyi unutmuş anneler görüyorum.

Üst üste kapanan kitapçı dükkânları, kimsesizleşmiş sanat galerileri, sahipsiz şarkılar, yazılamamış öyküler, oynanamamış oyunlar, çekilememiş filmler, yontulamayan taşlar, boş tuvaller biliyorum.

Dokunuyorum betonlar arasından fışkıran gelinciğe, kesilen milyonlarca ağaç, aç itlerin hırsına yenik düşürülen su gözeleri düşüyor aklıma.

Viran edilmiş antik kentlerin hüznü kaplıyor yüreğimi, parçalanmış heykeller, çalınmış zenginlikler duruyor önümde.

2.yüzyıldan beri inatla akan bir çeşmeden soğuk su çalıyorum yüzüme, hayır rüya değil çektiğimiz acılar.

Defne ağaçlarının dallarına dokunuyor sonra kucaklıyorum ağacın gövdesini.

Bizi önce barış kurtaracak biliyorum, sonra eşit olacağız sonra özgür.

Pergamon Antik kentinin yamacına kurulmuş tiyatronun en üst basamağından sesleniyorum hayata.

Bitecek bu kahır, bu zulüm, bu keder.

Yenilecek bu soysuzluk.

Ölüm susacak.

Hayat kazanacak.

[email protected]