68. gün…

İçim dışım bahar.

20 Şubat 2010, Ankara Sakarya Meydanı.

Balıkçılar, çıtır simit, çiçekçiler, piyangocular, dönerciler ve işçiler, öğrenciler, doktorlar, mühendisler, sanatçılar, emekliler, işsizler, yoksullar.

Türk-İş Genel Merkezinin önü-ardı, sağı-solu her yer, adım adım eylem alanı.

Her köşeden barış ve kardeşlik sesleri çoğalıyor, şarkılar, halaylar, sloganlar kuşatıyor yüreğimi.

“Biz haklıyız biz kazanacağız”.

Çadırlar allı, yeşilli. Bir değil, beş değil, on değil.

İşçiler, yüreklerinin sığındıkları son sınırdalar sanki.

Çocuk gülüşleri taşıyor meydana.

Yaşlı-genç, Kürt, Laz, Türk, Çerkez, Boşnak ayrımsız aynı türküleri çığırıyor, halaylara duruyorlar.
Aynı sofralarda katık ediyorlar tuzla ekmeği, aynı ateşin başında yarenlikler çoğalıyor.

Karlı, yağmurlu karakış, yılgınlık yüklememiş bedenlerine.

Yaşamımda ilk kez tanık olduğum, rengarenk bir meydan sahnesi Sakarya.

Çevredeki binalar pankartlarla donatılmış, isyan ediyor hayat.

Başkent’in orta yeri bir kardeşlik bahçesi.

Umut saçıyor insanlık.

Tekel işçisi, tüm dostlarıyla birlikte tarih yazıyor.

Tanık oluyorum insanlığın mutlu gelecek için birlikte yaktığı ateşe.

Tanık oluyoruz, geleceğimizin ak aydınlık, onurlu, namuslu ellerde yükselen çağrısına.

Tanık oluyorum Anadolu’nun gürül gürül çoğalan inatçı kararlılığına.

“Ölmek var dönmek yok”

Ardı ardına veryansın ediliyor namussuza, hırsıza, soyguncuya.

Her adımda bir coşku, bir sevinç, bin kararlılık içimizi sarmalıyor.

“Burada olmakla gurur duyuyorum” diyor Nejat Yavaşoğulları.

“Tıpkı 68’deki gibi, insanlık onuru için sokağa çıkmış” diyor Metin Coşkun.

Genç-yaşlı, sevinçli binlerce elle tutuşuyoruz.

Yitirdiğimiz dostluk, kaybettiğimiz yarenlik, özlediğimiz yoldaşlık kuşatıyor göz bebeklerimizi.

“Diyarbakırlıyım ben, bu 68 günde iki kez gidip gelebildim. Son gidişimde eşimi ve çocuklarımı da kattım yanıma. Bu çadır, o çadır, şu çadır fark etmez, hepsi bizim”.

“Trabzon buraya akıyor. Her gün onlarca hemşerimiz ziyaretimize geliyor. Burası buluşma noktamız. Bizim için yaşam kavgası burada başladı, burada bitecek.”

“İzmir’e gavur demişti Tayyip. He gavuruz. Yoksulun hakkını vermeyen namussuzluğa karşı kabulümüzdür gavurluk”.

“Batman’dan geldim. Başından beri buradayım. Sonuna kadar da burada olacağım. Canımı ecel alacağına, namusumla ölürüm daha iyi”

Çoğalıyoruz.

Çağıl çağıl akan berrak su olmuş Sakarya Meydanı.

‘Kararlılık yıkar karanlığı. Aydınlatır, ışık olup çoğalır’ derdi ozan.

İşte yakılmış ateş, insanlığın orta yerinden koskoca bir alev yükseliyor.

“Sizce saldıracaklar mı bize?”

“Gelecek mi kılıç-kalkan ekibi?”

“Utanmayacaklar mı insanlıktan, inançlarından?”

“Gündem değiştiriyorlar, bizi unutturmaya çalışıyorlar, son günü bekliyorlar, bilmiyorlar ki bizim için son gün, haklarımızı aldığımız, birlikte bu kavgadan alnımızın akıyla çıktığımız gündür”.

“Şaire şiir yazdırır bu sevda, müzisyene beste, yazara roman, oyuncuya oyun. Kolları sıvamak lazım, bu ateşin altına ellerimizi koyalım, yanan ellerimiz olsun”.

Akşam 17.00’de meydanın orta yerine kuruluyor sahne.

Alacakaranlıkta ışıl ışıl binlerce göz, havaya savruluyor yumruklar.

“Direnişinizin 68. günü kutlu olsun kardeşler. Bu meydandan sizin tanıklığınızda haykırıyorum ki buraya yalnız gelmedik. Size kara yağız Kürt delikanlısı Yılmaz Güney’in selamlarını getirdik.

Türküleriyle halaya durduğumuz Ruhi Su ustanın, 1920’den bu güne Mustafa Suphi’nin, Behice Boran’ın ve eşit-özgür-bağımsız bir ülke için dar ağaçlarında can veren üç fidan Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in selamlarını getirdik”

Başbakan Dolmabahçe’de ‘sanatçı’ denen bildik isimlerle, şerbetli kahvaltı yapmış, “Sanatçılar bu taşın altına ellerini koymalı” demiş. Buradan bu ülkenin tüm namuslu insanları, sanatçıları, sosyalistleri, aydınları adına Başbakana sesleniyorum. Evet biz bu taşın altına elimizi koyuyoruz ama, emperyalizmin kirli oyunlarının altına değil, Tekel işçilerinin onurla yükselttiği bayrağın altına elimizi koyuyoruz.”

Çoğalıyor kardeşlik. Öbek öbek insan akıyor meydana. Alkışlar, ıslıklara karışıyor, sloganlar barış ve eşitliğe.

İki kız çocuğu, Tekel işçisi babalarına yazdıkları mektuplarını okuyorlar.

“Baba, hakkımızı almadan gelme!”

“Sen kazanırsan baba, biz kazanacağız, anam kazanacak, amcam kazanacak, komşularımız kazanacak, ülkemiz kazanacak”.

El vermiyor yüreğim. Gözlerim doluyor.

40 yıllık sanat yaşamımda yüzlerce etkinlik, miting sundum, eylemlere katıldım, şiirler okudum, ilk kez tutamadım yüreğimin sancısını.

Üç işçi kardeşim konuşuyor ardı ardına.

“Biz yalnızca hakkımızı istiyoruz, al o 4C yi başına çal. Değil 68, 168 gün de olsa buradayız.

“Sen bunu oyun mu sandın a Tayip? Diz çöktüremeyeceksin bize, diz diplerini seven sensin”.

“Ölmek var dönmek yok”.

Alınlarımıza yazılıyor birlikte saf durmanın gururu.

İki yol arkadaşım, Metin Coşkun ve Nuri Gökaşan, birer Nazım Hikmet şiiri ile sesleniyor işçi kardeşlerimize.

Taşıyor sevinç.

“Bize ve tüm dünyaya insanlık neymiş öğrettiniz. Size teşekkür ederim” diyor Nejat Yavaşoğulları. Şarkılarını eşit ve özgür bir ülke için söylüyor.

Erdal Erzincan ve Mercan Erzincan çıkıyorlar sahneye.

“Bu haklı ve onurlu mücadeleniz bizlere ışık oluyor. Canımızı canlarınıza katmaya geldik”.

Türkülerle semah’a duruluyor, halaylar çekiliyor.

Beni bu direnişte kuşatan sloganla, TKP Genel Başkanı Erkan Baş çıkıyor kürsüye.

“Biz haklıyız, biz kazanacağız”

“Başbakan, bükemediğin bileği öpeceksin. Bırak Amerika’nın, Hikmetyar’ın elini eteğini öpmeyi. Bu ülkenin geleneğinde vardır, yaratanın, üretenin eli öpülür. Kan bulaşmışın eli öpülmez. O el kırılır. Ya sen Tekel işçisinin elini öpeceksin, ya da bu Tekel işçisi senin boynunu eğecek”.

Yer gök işçi kardeşliği için haykırıyor.

“Ölmek var dönmek yok”

Yol arkadaşlarımla çadır çadır dolaşıp, el ele tutuşuyoruz işçi kardeşlerimizle.

18 çadıra konuk oluyoruz.

Her biri, evlerinin baş köşesi olmuş. Kucaklaşıp sarmal oluyoruz.

“Sizinle gurur duyuyoruz”

20 Şubat 2010 Ankara Sakarya Meydanı. Tekel Direnişinin 68. günü.

Tokat çadırında, karton üzerine simsiyah kazılmış o müthiş akıl birliği düşüyor usuma.

“Ya onurlu bir gelecek, ya şerefli bir ölüm”

İçim dışım bahar. Yol alıyorum yeni bir şafağa.

[email protected]