Öğretmenleri bekleyen tehlike

Onur Seçkin'in “Öğretmenleri bekleyen tehlike” başlıklı yazısı 22 Şubat 2013 Cuma tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Dünya Bankası’nın (DB) 2011 yılında hazırladığı bir rapor var. Raporun adını “Okulları işler hale getirmek: Hesap verebilirlik reformları üzerine yeni kanıtlar” olarak çevirebiliriz Türkçeye. Raporun kapağına bakınca, içinde ne yazdığını anlamak da çok zor değil. Kapakta iki fotoğraf var. Birinde, depodan bozma bir sınıfta ayakkabılarını çıkarmış, üzerinde beyaz önlüğü, masasında uyuyan, diğerinde ise modern görünümlü bir binada, öğrencileriyle çaba içinde ilgilendiği hissini veren birer öğretmen var. DB durumu ülkemizde sık sık karşılaştığımız “çalışanla, çalışmayan bir mi olacak?” meselesine getirmek istiyor. Ve raporun ilk cümlesi: “Öğrenciler sabırla dışarıda beklerken, bir öğretmenin, bir okul gününün ortasında, sınıfta uyuması nasıl mümkün olabiliyor?” Ülkemizde öğretmenler için “aç çalışıyorlar, çok kazanıyorlar”, “çok devamsızlık yapıyorlar” diyen yetkililerin, bu akılları biraz da bu tür raporlardan aldığını söylemeye gerek var mı?

Neoliberalizm ile birlikte, eğitim alanı bir sektör olarak tanımlanırken, dünyadaki emperyalist hiyerarşinin ve kapitalizmin hizmetindeki kuruluşlar ve bu anlayışı benimseyen ülkeler, eğitime yönelik her türlü sorunun çözümü için piyasa ve işletme temelli yaklaşımları etkili çözümler olarak öne sürdüler. Bunun için DB, OECD gibi uluslararası, TÜSİAD ulusal ölçekteki kuruluşlar onlarca rapor hazırladı, milyon dolarlık projeler yaptı, toplantılar düzenledi.

Bilgi ekonomisi, küresel piyasalarla rekabet, işgücü piyasası ile uyum, girişimcilik, yönetişim, performans, hesap verilebilirlik gibi kavramlar da sadece eğitim alanında değil, bir bütün olarak kamuda yeniden yapılanmanın üzerinde yükseldiği kavramlar oldu. Özel sektörden ithal edilen bu kavramlar ve kültür, toplam kalite yönetimi gibi modellerle devlet okullarına sokuldu, her bir okulun birer işletme gibi ele alınması amaçlandı.
Eğitim yeniden yapılandırılırken, öğretmenler de, öğrencilerin PISA, TIMSS gibi uluslararası, YGS, LYS gibi ulusal düzeydeki sınavlarda yaşadıkları başarısızlıkların ve öğrenciler arasında öğrenme düzeylerinde görülen eşitsizliklerin temel sorumlusu ilan edildi. Yani sorumlular, eğitim yatırımlarına kaynak ayırmayarak okulların ihtiyaçlarını gidermeyenler, yeterli öğretmen atamayarak derslerin boş geçmesine neden olanlar, öğrenciler arasındaki ekonomik, sosyal ve kültürel farklılıkların ortadan kaldırılması için adım atmayan hükümetler, yerel idareciler değil, “az çalışıp çok kazanan”, “üç ay tatil yapan”, “yem bekleyen güvercinler gibi iş bekleyen” öğretmenlerdi. Tırnak içindeki bu sözler, öğretmenlere yönelik yeni saldırıların hazırlıkları kapsamında, bizzat eski Milli Eğitim Bakanı Dinçer ve Başbakan tarafından, öğretmenleri toplumla karşı karşıya getirmek ve itibarsızlaştırmak için ortaya atıldı. Amaç öğretmenleri sorunların öznesi, müdahalenin de nesnesi haline getirmek.

Şimdi son darbeyi vurmak istiyorlar. Öğretmenlerin çalışma yaşamları da piyasa ve işletme temelli yönetim anlayışı üzerinden yeniden düzenlenmek isteniyor. AKP, bir taraftan 657’de yapacağı düzenlemeyle, eğitim emekçilerinin önemli bir bölümünü oluşturduğu tüm kamu emekçilerinin işgüvencesini tehdit eden ve performansı ücretlendirme ve yükseltmelerde temel ölçüt haline getiren değişiklikleri hayata geçirmek istiyor. Diğer taraftan da kariyer basamakları adı altında öğretmenlerin yakasına uzman, başöğretmen gibi farklı apoletler takılmak isteniyor. Amaç, öğretmenleri meslektaşlık ilişkisinden uzaklaştırarak, birbirleriyle yarışan, performans puanını artırmak ve apolet almak için her türlü angaryaya, haksızlığa boyun eğen teknisyenler haline dönüştürmek.

Velileri de, öğretmenleri de vuran politikalar aynı kaynaktan besleniyor: Piyasacılık. Velilerin bunun farkında olup çocuklarını emanet ettikleri öğretmenlerinin yanında olması, eğitim emekçilerinin de bu gerçeği velilerine anlatması gerekiyor. Eğitim emekçilerine düşen daha önemli görev ise, AKP’nin bu büyük meydan okumasına karşı, mesleğine ve geleceğine sahip çıkıp, bu defa dersi iktidara vermek.