Yol boyu ‘Viyadükler’ senfonisi

kent şarkıları dinliyorum yol boyu

veda boyu kitaplar

 

kireç gibi duran bu yalnızlık yüzümde

arkasından su dökülmemiş bir yolculuk.

hüznümden yavaş arabalar

ömürden hızlı telaş.

 

Onur Köybaşı genç bir şair. Viyadükler isimli şiir kitabı yakın zamanda Lakin Yayınları’ndan çıktı.

 

Okuyup bitirdiğimde, kitapla ilgili aklımdan ilk geçeni yazayım hemen:

Cesur yazıyor ve oldukça rahat bir dil kullanıyor.

Edip Cansever’in yeni kuşak şairlere söylediği bir söz vardır. Kendi döneminin genç kalemlerini kastetmiş olsa da bugün için de geçerli. “Şiir işçiliği bakımından görülmemiş bir çaba harcıyorlar” diyor. Çok uzağa gitmeye gerek yok, sadece bu yıl içinde yayımlanan ve ilk şiir kitabı olma özelliği taşıyan genç kalemlerin şiirlerine baktığımız zaman Cansever’in bu gözlemine hak vermemek elde değil. Tekdüzelikten uzak, kendi dilini ve sesini yakalamış, özgüveni sağlam ve bilinçli bir şiir arayışı içinde olan özgün kalemler hepsi de. Birkaçını bu köşeye konuk ettim, ilgili olanlar mutlaka anımsayacaktır.

Onur da şiir işçiliğini önemseyen / özümseyen bir kalem. Sözcük ekonomisi gerçeğini fark etmiş. Zengin bir alt yapı üzerine inşa ettiği dizelerle bütünlüklü bir şiir ortaya koymayı başarmış. Dize geçişlerindeki estetik sesler; sözün gücünü eksiltemeden, biçim ve duygu kesintisi yaratmadan sürekli devam eden bir nitelikte. Okura dolaysız bir yol çiziyor, duyguyu eğip bükmeden doğrudan içine çekiyor. Şiirle bir şeyler anlatmanın derdinde değil de hissettirmenin peşinde. Anlam belli bir düzene yaslanmış, somutlaşarak akıyor ve sonunda rahat bir nefes aldırıyor. Akıl ve mantık dizimi içerisinden okurun belleğine sürekli şekiller, fotoğraflar ya da filmler akıyor. Bu da şiirin yapıcılığını hem zengin hem de gerçekçi kılıyor. Çekirdekten bütüne doğru bir şiir örgüsü mantığı ile kurgulanmış metinlerden söz ediyorum.

 

belki

kuşlar geçer altımızdan

ağustos böcekleri

temmuza kaçarken;

sen erkek olursun ben kadın

 

belki

gökyüzüne basarız

ilk çağ orta çağın gözüne bir kafa atarken

çocuk olurum sen anne

seni hatırlamam

severim yine.

 

Oldukça rahat bir dil yapısı var demiştim Onur’un. Şiirsel iç örgüyü oluştururken gündelik sözcükleri çok genişletmeden yeteri kadar kullanıyor. Ses duvarını aşmamaya özen gösterdiği içindir ki, metin akışını yalınlaştırılmış bir dil üzerinden sağlıyor. Böyle şiirler genellikle iki yönlü bir okumayı gerektirir. Dilin mekanik bir yapıya çarpıp çarpmadığını kontrol etmek için esnek okumayı ya da anlamın sözkonusu imgelerle uyuşup uyuşmadığını tartmak için iç sesten okumayı. Her ikisinde de sorun yoksa şiir teknik açıdan sağlamdır. Özellikle deyiş güzelliğini öne çıkaran şiirlerin anatomisi de bozuk oluyor. Onur’un şiiri bu anlamda derli toplu olduğu için sağlıklı bir zeminde kendine yer edinmeyi başarıyor.

Diri bir şiir. İnsani olan her duyguyla yakın bir ilişki içerisinde. Ölümden aşka, oradan cinselliğe hatta pornografiye uzanan çok sesli, çok renkli bir şiir yazıyor. Bu bakımdan da özgürlükçü ve cesur, yaramaz ama sevimli. Kısır bir iç döküşün savruluşu gibi değil üstelik. Sözüm ona bazı ahlaki kuralların karşısında dik duracak denli haykırıyor içindekini. Duygularını seviyor ve bu nedenledir ki sözcüklerini gizlemiyor. Sistemi sorguluyor hissettire hissettire. Dayatılan yaşamların üzerinden kuruyor alaycı ve sorgulayıcı dilini. Bacak arasına sıkışıp kalmış cinselliği tartışmaya açarken diğer taraftan da tenin özgürleşme sancılarını işliyor aslında. Bu yapılar etrafında şekillenen şiirsel dil, ister istemez okura düşüncenin şiiri olarak yansıyor.

 

sustuğun yerden

başlama söze

kaybettiğin bakışları

övgülerinle değiş.

 

ben bağırmaktan kaçarım

suskuları bırakırım

söz mahalline

 

ölümü kötü anlattılar bize

ney’den neye gider kelime?

 

Onur’un şiiri, son ölüm viyadüğüne girdiğinde sözler de beklentilerin çok ötesine geçer. Kendi gerçeğini aşkla sınamanın ötesine. Çünkü aşk, ayıp viyadüğünden ödünç yaşamlar alarak gelmiştir bu sona. Şiirin tavrı da değişecektir kuşkusuz. İmgeler naif bir yalnızlığa evrilirken, yaşam kaybettiği tılsımını dingin bir şiir içerisinde arayacaktır artık. Umutsuzluklar, ayrılıklar ve anılar tarihi yorumlanamaz bir duygu sarmalına karışır. Herkes o sarmalın içindedir ve gerçekler ancak ölümün ürpertici etkisiyle açıklanabilir. Derin bir gizemcilik ve şaşırtıcı bellek tazelemeleri giriverir devreye. Dizeler de soyutla somut arası gidip gelir. Bu durum, söz katmalarının birbiriyle yer değiştirme provası gibidir. Çünkü ölümü canlı tutabilecek tek gerçeklik, sözcüklerin kendi kendini yenileme becerisidir. Ki, şiirler de bu yüzden son viyadükte özsel bir kişiliğe bürünüyor. Şairin içinden dışına doğru.

Viyadükler’i okurken, şairin kendi yalnızlığına ihanet ettiğini düşünmedim de değil hani. Dikkatli okur da bunu hemen fark edecektir. Demek ki şiirin ağırlığı altındaki bir yaşam, ketumluk noktasında çok fazla direnemiyor. Öznel duygularını yer yer mistik heyecanlarla yer yer de diyalektik yasalara karşı çıkarak haykırabiliyor. Bu sadece Onur’a ait bir durum değil elbette, yazıp çizen herkesin boşluğu…

Sözün özü:

Onur Köybaşı, bu şiir işçiliğini ve tavrını hiç bozmadan devam ettirirse, kısa zamanda edebiyat çevrelerinde adına daha sık rastlayacağız.

Çünkü yolu çok açık…


[email protected]