'Yaşama Cezası”na çarptırılan şiirler

Dönme vakti gelmedi mi?
Annem tuz almaya göndermişti beni…

Yukarıdaki dizelerin şairi Şehmus Ay’la 2011’de Bursa Kitap Fuarı’nda tanıştım. İlk şiir kitabı “Yaşama Cezası” yeni çıkmıştı. Kanguru Yayınları’nın düzenlediği şiir dinletisinde de beraberdik. 1974 Batman doğumlu olan Şehmus’un yaşam öyküsünü otuz yaşına kadar başkaları yazar. Henüz on dört yaşındayken dağda “ölü ele geçirildi” sanılarak yakalanır. Yetişkinler gibi ağır işkencelerden geçer. Sonra sırasıyla Kozluk, Diyarbakır, Gaziantep, Yozgat, Bursa, Burdur, Kaş ve Ağlasun hapishanelerinde toplam on dört yıl hapis yatar. Sürgünlerde büyür ve açlık grevlerinde olgunlaşır. Dışarı çıktığında özgürlükten başı döner. Dışarının içeriye fazlasıyla benzediğini görür ve “çıkarın beni bu dışarıdan” çığlığını atar. Devletin ona yazdığı yaşam öyküsüne de yeni bir isim bulmuştur Şehmus. Üveygeçmiş…

Bursa’daki şiir dinletisinde söylediği şu söz bir yaranın derinliği kadar işlemiştir içime:

“Bursa’ya daha önce de geldim ve dört yıl kaldım. Ama ilk defa şimdi sokaklarını, yollarını, binalarını ve inanlarını gördüm.”

bütün kervanlar için
atlılar, ordular, savaşçılar için
uzun sürmüş yıkımların kahramanları için
zamana benzeyen yollar geçerdi içimizden
oysa yol yok, varmak için menzil yol, uzaklık yoktu
bütün yolcular acılara çıkardı
şehvetli ormanlara dalıp izler sürdük
ağaçlar kardeş sayıp bizi
yolumuzu dağlara çevirdi…

Az ve uz gidilen yolculuklarda kendi dilini, kültürünü arayan bir çocukken yüzünü yasladığı dağların gün gelip onu gürül gürül akan dışarıdan koparıp alacağını bilmiyordu. Acılı bir coğrafyanın tarihini yeniden yazmanın omuzlarına yüklediği bilinçle “sedef göklü masal gecelerinden” bir dünya düşlemişti sadece. Onca kırımın ve savaşların içinde büyütmeye çalıştığı bedeni ele avuca sığmıyordu. Onu çağıran hayat çok uzaktaydı ve asiller yeni kurbanlar arıyordu kendine.

elbette o vakitler küçük bir çocuktum
içine kapatılacağım duvarların
sağır olduğunu bilmiyordum
taşların sessizlik biriktirdiğini
kapıların ve pencerelerin hiçbir
dünyaya açılmadığını
henüz öğrenmemiştim…

Hapishane ve sürgün yılları. Kavga ile umut arasında, “şiddetle ve şiir arasında” büyüyordu. Bir yandan da gelecek için düşler kurmanın nasıl bedeller ödettiğini öğreniyordu. Duvarların nemi, demir kapıların sürgü sesleriyle yarenlik ediyor, erken olgunlaşıyordu. İnsana ve aşka vardıkça yeni bir hayatla göz göze geliyordu. Kendini yeniden tanımlar hayata. Tarihin ve gerçekliliğin izinden yürüyerek “gözyaşı ve kederle” baş etmenin diyalektik bilincine ulaşınca kendi hikâyesini yazar. Büyümenin sancılarıyla geçmişin düş kırıklıkları arasındaki gel-gitler onu yeni bir cezaya doğru sürükler. Yaşama cezasına. Çünkü geçmiş onun için “biraz ihtilal, biraz intihar” ise, gelecek “bitkin hayaller, birkaç ihtimal”dir.

uyandığım rüya başkalarının uykusunda
aşklar solgun ölüler huzursuz tarih unutkan
korkular geçit vermiyor başka zamana
hiç kimsenin bilmediği bir dilde bütün
cevaplar yorgun seraplar içinde
her şey biraz doğru biraz yalan
herkes biraz iyi biraz kötü…

Yeni yaşamla yüzleşme sancıları. Şiirin akışkan tarihin unutkan olduğu dönemler. Heybesinde taşıdığı tüm cevapların giderek değersizleştiğini görür. Yanlışlar, çelişkiler ve ikilikler çölüne adım atar atmaz “kalk gidelim geçmiş bekliyor bizi” yargısıyla on dört yaşında terk etmek zorunda bırakıldığı çocukluğuna anlamlı bir selam gönderir. Bunca yıl boşuna mı yatmıştı? Yaşam tersine akmıştı. Mutsuzluk her yüzde ve sözcükte. Hüzün ve tedirginlik arası bir susma. Ordular yine yenilmiş ve sözcüklerin yurduna çekilmiş çaresizlikler.

Şehmus Ay şimdilerde Antalya’da yaşıyor. Kendi deyimiyle “hayatın acemisi” olarak yeni yeni alışıyor dışarıdaki dünyaya. Annesi tarafından tuz almaya gönderildiğinde yüzünü dağlara çevirip gitmişti.

kaybolduğum bütün dağlarda
bulutlar annemin yüzüne benziyordu…

Aramıza iyi bir şair olarak döndü. Alçakgönüllülüğü ve insancıl yüreğiyle.

[email protected]