Uçuruma konuşan “dilin metruk yarası”

şimdi bizi sözcüklerin şifreleriyle anlatacak olsaydı bir şair
kâğıdı yırtar ve incelen birkaç sözcük fısıldamasıyla
başlayıp bitiverirdi…/ “ ah soluksuz bir geceydi onlar!”

Ne zamandır yanımda taşıdığım bir kitap “Dilin Metruk Yarası*”. Bazı şiir kitaplarını yazmak için dizelerin beyninde uzun uzun kazı yapmak gerekiyor. Çok katmanlı bir dil örgüsü ve her sözdiziminin anlam ağırlığı oluşturduğu bir şiir tasarımıyla karşı karşıya iseniz bunu zaman içerisinde çözüme bırakmak en doğru eylemdir. Çünkü düşünce edimi de bu süreçte kendi olgunluğuna erişecek ve böylelikle şiirdeki zengin arka plan şifreleri de okuma süzgecinden geçip görüntülenecektir. İşte Hıdır Işık’ın sözkonusu şiir kitabını zamana yayışımın bir nedeni de buydu.

“Dilin Metruk Yarası” Hıdır Işık’ın ikinci şiir kitabı. 2013 Ali Rıza Ertan Şiir Ödülü sahibi.

Hıdır Işık, 1979 Elazığ doğumlu. Şiirlerini, kendi deyimiyle –sık olmasa da- Mühür, Kurşunkalem, Kaos Çocuk Parkı, Hayal ve diğer edebiyat dergilerinde yayımlanmaya devam ediyor.

Hıdır Işık, yaşamdaki çelişkiler ve dünyayı şekillendiren dengesizlikler üzerinden kuruyor şiirini. Ana eksende, insan ve insanın yarattığı vahşet olgusu belirgin imgelerle yerini alıyor. Şiirindeki toplumcu duyarlılık canlı bir lirizmi de beraberinde taşıyor. Renksiz ve kokusuz tüm sloganlardan arınmış özsel bir gerçeklikle yazıyor şiirini. Sezgilerini, düşünce pratiğini ve sorgulama yeteneğini basite düşürmeden özümleyici bir dille evrensel sesi yakalıyor. Sürekli bir devinim, sürekli bir arayış ve estetik buluşlar, şiirindeki görüntülerin değerliliğini artırıyor. Bir şiire yeniden uğrama gereksinimi tam da bu nedenlerden ötürüdür. Bir bakıma şiirsel deneylerin bir mutfağı gibi yeni kalıpları ve yeni olanakları derleyerek yoluna devam ediyor. Rastgele seçilmiş bir imgeye ya da bir deyişe rastlanmıyor.

Hıdır’ın şiirleriyle aracısız bir iletişim kurabilmek mümkün. Çünkü şiirlerin hissettirdiği şey, okuyucunun da kendi varlığında görebildiği, dokunabildiği hatta direk yaşadığı gerçekler. Şiirlerin geçtiği coğrafyadan okurun da birkaç gün önce geçmiş olması “yaşayan” bir şiirin izleğidir. İnsani duyguların dilsel çabayla boyutlandırıldığı uzun bir alanda yazılıyor bu şiirler. Kekeme bir çocuğun öyküsünden ölümler çarşısındaki çaresizliğe kadar tüm kırılmaların sesli tanığı. Dünya üzerinde kalp ritmini bozan ne kadar olumsuzluk varsa Hıdır’ın şiirlerinde de o yoğunlukta bir karşı duruş var. Acılı bir tarihin anlatıcısı ve yeryüzünü aşkla yeniden onarmanın özleyicisi o.

yıldızların ışıkla kırpışan dili, babam!
yenilmiş bir ordunun suskun komutanıdır artık
bu hırçın gözenekleriyle acıdan geceler.
ki sevinç yerkürede eksik kalmış bir zaman eylemidir
acı kırbaçlarken ömrün özlem bekleyişini.

İlk çağlardan bu yana insan kırımlarından doğa yağmasına, boydan boya bir kan atlasına düşüyor çığlığı. Kırbaçlanan yaşamlar, cellat büyüten kentler ve kelepçeli ağaçlar ona göre sevgisizliği giyinen insanlığın hüneri. Bu yüzden “uçurum” imgesi şiirlerinde başat konumdadır.
Öyle ki, “uçurum kokuyordu insan” diyebilecek kadar açık sözlü ve sorgulayıcı bir yürekle örüyor şiirini. Sorgularken bile bir serçenin ürkekliğine sığınacak kadar kahramandır. Geçmiş yaşam izlerini sürerken bir öfke büyümesinden çok yüz yüze hesaplaşmayı tercih ediyor. Üzülmek duygusunun diğer yarısı Hıdır’ın dilinden umut diye çıkıyor. Şiirini gezdirdiği kentler, meydanlar, ırmak kenarları, yağmurlu mevsimler ete ve kemiğe bürünmüş bir dirilikte. Durmadan değişen mekânların ve nesnelerin varlığı, gerçekleri eşeleyici ve ana temaların işleyişi bakımından güçlü alegoriler oluşturmakta.

bir kuş gövdesi gibi
kalbim göğe dokunurdu
çünkü gözlerinin gözlerime bıraktığı gül lekesinde
her sözcük sulara karışıyordu sevgili
ah, sahi kadınlar su gibiymiş…unutma kalbim!

Aşk, Hıdır Işık’ın dizelerinde incelikle kırılganlık arası değişken bir çizgide duruyor. Ne yapsa ne etse kendini o depresif algıdan geri çekemiyor. Bu yüzden aşk onun gözünde biraz da acıya bulaşma hali. Çünkü kadim yaraları olan bir kavram. Aşkı su imgesiyle ilişkilendirmesinin bir başka tanımı ise duygusal delişmenliğin yaşam coşkusu üzerindeki etkinin sürekliliğidir. Ki bu durum çoğu zaman tek kişilik bir oyuna dönüşerek yalnızlık olgusunu besliyor. Hıdır, bu fotoğrafı çok net koyuyor okuyucunun önüne. “ ve bilmelisin ki artık zaman / lekeli elleriyle aşk’ın kitabına ayraçtır” diyerek. Böylelikle, aşk zamanın kölesidir sözüne bir doğruluk göndermesi yapıyor.

an olur
an ve an kuytuda
araf divanına yürümeye bilenir şair düşselliği
tıpkı evladını kalbindeki mühürde taşıyan bir anne gibi
şiir’den ayrılma vakti gelmiştir şairin
artık o delişmen yürek çağrısı çocuk / şiir göğündür
tıpkı yaşamdan toprağa uzanan sözlük gibi.

-her şair anne, baba mıdır yoksa şiir’ine
ey kılı kırk yarılan gök!

Hıdır Işık, düşsel evreninden yeryüzü gerçeğine bakarken sezerek ve düşünerek çiziyor şiirinin sınırlarını. Yer yer inatlaşabilen yer yer de uysallaşan dizeler oluşturuyor. İnsana, doğaya ve yaşam algısına yeni keşifler ekliyor. Yapay bir dil geliştirme kolaycılığından özellikle kaçıyor, zengin çağrışımlarla ve güçlü vurgularla besliyor şiirini. En trajik eylemi bile duygusal basitliğe düşmeden, ustaca hissettirmeyi biliyor. Dil, biçim ve estetik kaygılar açısından baktığımızda, Hıdır’ın sıkı bir şiir eğitiminden geçtiği apaçık ortada. Kendi kuşağının şiirini yazıyor.

Benim kişisel eleştirim şu olur ancak:
Şiiri, dilsel gelişim için bir öncü kabul ettiğimden ölü sözcüklerin kullanılmasına sıcak bakamıyorum. Hıdır’ın şiirinde de yer yer bu tür sözcükler ve tamlamalar var. Umuyorum, bu alışkanlığından vazgeçer.

Hıdır Işık’ın şiir yolu çok açık, başarılarının devamını diliyorum…

*Dilin Metruk Yarası / Hıdır Işık / Mühür Kitaplığı

[email protected]