Şiire gölge etmeyin yeter

Melih Cevdet Anday, “Duygular, düşünceler sözcükleri değil, sözcükler, duygularımı ve düşüncelerimi yönetiyor. Anlaşılmayan budur. İçinden geldiği için mimar ya da mühendis olmaya kalkanı görmüyoruz. Demek sanatların en kolayı şiir ki, duygulara, düşüncelere dayanarak şair olunabileceğine inanılıyor” diyor. Anday, şiirin neliği üzerinden şairin tanımını yaparken, aslında özel bir dil yapısı ve dize kurgusuna sahip olmayan metinlerin şiir özelliği taşımadıklarına da vurgu yapıyor. Yani daha önceden tanımadığımız, okumadığımız yeni bir düzen kurma işidir şiir demek istiyor. Bekleneni değil beklenmeyeni sunar okura. Kalıpları ve dogmaları yıkan bir işleve de sahiptir.

Modern şiirin öncüsü Mallarme’den günümüze kadar gelen bu anlayış, şiirin nasıl bir temel izlek üzerinden yürüyeceğinin açık ve net göstergesidir. Bu gerçeklilikten bakınca, şunu kolayca söyleyebiliriz dilsel evrimini ve dize yapısındaki devrimini gerçekleştirememiş metinlerin şiirle bir akrabalığı yoktur. Yazanı da şair değildir. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de yazdıklarını şiir, kendilerini de şair zanneden bir kitlenin varlığından söz etmek mümkün.

Şiir adına kirlilikten söz açılınca, Aziz Nesin’in şu felsefi sözü aklıma gelir hep.
Üç Türk’ten beşi şairdir.

Kim bunlar?

Şiir geleneğini algılayamamış, dilin onlara sağladığı özgünlük ve özgürlüğü hissedememiş kalabalık bir “şair” kitlesi var. Gürültüleri eylemlerinden daha çok. Şiirin anlatma gücünü bir yana bırakıp vitrine çıkma hevesinin peşine takılmış bir güruh.

Salt bir deyiş ve söylem içinde günlük konuşma dilinin ötesine geçememiş, şiirin düşünce yükünü sırtlayamamış, yazdıkları sırf bir özentiden ibaret olan, evrensel şiir görgüsünden uzak, eğitilmiş ve terbiye edilmiş bir metin bilgisine yabancı, özgünlükle estetiğin yarattığı yeniliklerden habersizdirler. Kalıplaşmış sözcüklerin içinde dönüp duran, haliyle ortaya birbirinin tekrarı anlatımlar çıkaran bir çoğunluk.

Bu güruh, şiirin dönüşüm ve değişim evrelerine hatta şiirin deneysel yaklaşımlarına hep uzak kalırlar. Şiir işçiliğinden kaçınırlar. Yıllardır şiire popülizmi taşıyıp dururlar.

Turgut Uyar “Şiir aslında kolay bir şeydir. Şöyle, söyleyecek bir şeyiniz olacak, bunu nasıl söylemek gerektiğini bulacaksınız” demiş. Türkçesi kendi dilini ve anlatımını oluşturmuş bir şiir yaratırsanız şair olursunuz. Aksi halde, hep aynı masalla dinleyiciyi uyutan bir anlatıcı olmaktan öteye geçemezsiniz.

Günümüz şiirinin ana yapısını oluşturan “imge”, sözcüklere günlük dilde kullanılan anlamları dışında, başka anlamlar yükleme, yeni çağrışımları algılatma ve her okuyanın beyninde farklı patlamalar yaratma gibi duylarla bir uyaran işlevi görmektedir. “İmge”, günlük dilin alışıla gelmiş tüm duvarlarını yıkar, sınırları genişletir ve şaire özgür bir yaratım alanı açar. Sözünü ettiğim masal anlatıcıların hiç tanımadıkları bir şiir kavramıdır bu. Çünkü şiir bilgileri ya da şiire bakış açıları bu derinliğin çok uzağındadır.

Onlar, günümüz şiirini kapalı, soyut ve şairin anlaşılmazlığı üzerine geliştirdikleri dayanaksız suçlamalarla eleştirirler.

Neden?

Çünkü şiir tarihinin devinim sürecini bilmezler. Akımlardan habersizdirler. Şiirin kendileriyle birlikte var olduğunu sanırlar. Burada şiirin gelişim sürecinden uzun uzun söz etmeyeceğim. Sadece tek bir alana bakmaları yeterlidir.

O halde kısa bir anımsatma:

Şiirimiz, İkinci Yeni ile başlayan canlı, dipdiri bir devinim içine girmiştir. Şiir okuru yetiştiren bir okuldur. Şairin anlaşılması gibi şiirin mantığına ters düşen bir yapıdan uzaklaşıp, okuyucuda ne uyandırdığı ve ne hissettirdiği olgusu yerleştirilmiştir. Okuyucunun şiiri bir kez okuyup geçmesi mi önemliydi, yoksa tekrar tekrar şiire gelmesi mi? İşte bu noktada İkinci Yeni akımı şiire geniş bir nefes alma alanı yaratmıştır. Bu damar kendinden sonraki şiiri de etkilemeye devam ediyor.

Edip Cansever, “Önce kapalılıkla, anlamsızlıkla suçlanan yeni şiirler, giderek göze seslenici niteliği kazanmış, şimdi de yeni bir öz-biçim anlayışına ulaşmıştır. Bu yeni anlayış şudur: Şiirin içeriği, aynı zamanda şiirin hareketini belirlemekte ayrıca hareket de özü koşullandırmakta, onu kalkındırıcı bir rol oynamaktadır. Bu çakışık durumda ne biçimdir artık, ne de içerik, olsa olsa şiirin kendisidir” diyerek hem şiirin gelecekteki konumuna, sağlığına ve yaşam alanına bir yol çizmiştir hem de eleştirilere cevap vermiştir.

Yeniden başa dönersem.

Tam da bu noktada yine birileri bana şöyle diyecektir. “Yahu onlar geçmişte de vardı, gelecekte de olacaklar.” Doğru. Beni rahatsız eden varlıkları değil. Kendi dünyalarında çalsın oynasınlar. Beni çok da ilgilendirmiyor. Beni asıl düşündüren şey, bu yozlaşmanın ve kirliliğin her alana yayılmasıdır. En olmadık metinlerin şiir diye benimsenmesi hatta önemli dergilerde yer bulmasıdır. Yazımın başından beri özellikle vurgu yaptığım şiirin ne olduğu ne olmadığı noktasından bakarsak gelinen sürecin şiir adına derin yaralar açtığını söyleyebilirim. Çünkü popülizm ve cehalet şu an şiirin başına gelmiş en büyük beladır. Şiirin kendine has terminolojisini kavrayamadan oluşmuş bir metni şiir olarak sunarken birileri, tavır koymamak da bir çeşit kabulleniştir.

Oysa şiirsel devinim, eksik bilgiyi ve soytarılığı kabul etmez.

[email protected]