Nâzım’a son bakış

Uzun bir geceye yatıyorsun, saçlarında yeryüzü esintisi. İki sessizlik birden başlıyor, üst üste katlanmış hüzünler ve günden güne acının tarifi.

Yüzünde uyuyan çocuğa dokunuyorum, rüyasında kayın ağaçları, düş izleri. Bir eski masaldan çıkıp gelmiş gibi göğsü çifte çiçekli.

Hatırlıyorum, bir yaz gecesiydi, belki bir İstanbul içlenişi; dudaklarında ateşin ve şiirin sönmemiş direniş ezgisi.

Usulca eğilip öpmüştüm seni, uzak bir köye düşerken gölgemiz. Alıp yanına ölümü tek başına gitmek de böyle bir şey sevgili, anılar kalıyor geride; iki büklüm ve endişeli…

Uzun bir uykuya yatıyorsun, geniş omuzlarında dünya yükü. Elim elindeydi ve radyoda spiker beş satırla duyuruyor bir ölümü.

Birdenbire morarıyor Haziran, birdenbire karanfil göçü. Bir ipeğe dokunur gibi okşuyorum alnını, yüzünü; bir mum daha yakıyorum, bütün odalar yaz körü.

Dağların kalbine doğru yürümüştük bir akşamüstü, hatırlıyorum; umudu konuşuyorduk, büyük insanlığın düşünü.

Ne garip! Şimdi sessizliğin kapılarını açıyor rüzgâr, öteye beriye savrulmuş eşyalar zamanı ve bir aşk çoğaltıyor gökyüzünü. Eğilip gülümsüyorum sana, gözlerinde ötelerden kalma bir yurt hüznü…

Uzun bir zamana yatıyorsun, bahçelerin ve ağaçların göğsüne. Yorgun bir turna sesi bin ağıt düşürüyor telgraf tellerine.

Ah bu dağınık kâğıtlar arasındaki papatya sürüleri, içimizden ikimize. Gidip bir taşın gözyaşına yaslanıyorum, iki yalnızlık birden başlıyor, iki şehir göz göze.

Hatırlıyorum, kirpiklerimde mavi bir gar akşamı; ne diyorsan çarpıyor kalbime ve tenime. Şimdi sen burada öyle sessiz öyle şiirsiz bakıyorsun, koşup bir masala sığınıyorum, oradan ötekine.

Uzun bir söze yatıyorsun, saman sarısı bir bakışı içine çeke çeke…

[email protected]