Márquez için lirik bir önsöz

“Benim Hüzünlü Orospularım”ı anımsayarak:

Uzun bir lekeydi, de ki harf kazası, oradan barbarlara bakıyoruz. Evler yokmuş gibi darmadağınık ağaçlar. Yürür gibi bir yabancı, sesi sarı kâğıt. Bize ıhlamur kaynatıyor Delgadina, muhtemelen akşamdı. Ellerinde yağmurun dinmesini bekliyoruz, lirik bir yaz şarkısı saklıyormuş defterinde. Bize bunu usulca söylüyor. Bu huzursuz eşyalar, yanlış manzaralar, gençliğimizin tanrısı bu kadın, soluk soluğa geçiyor tenimizin aklından. Dokunsak, yüzyıllık keder. Sussak, hiç kimsenin yüzü. Bizi şimdi katlayıp bir kenara koyuyor hayat, de ki insan yazgısı, oradan kırık kanatlı bir kuşa bakıyoruz.

Çünkü düşlerin değdiği yere kadar uzanıyor içimizin boşluğu. Bir yaradan taşan gülümse ne ise, ahşabın kalbinde soğuyan sesler de o. Şu günlerimiz –ölüler de dahil- tarihin şaşmaz terazisinde merhamet eksiği. Bir şarkıyı dün varmış bugün yokmuş gibi söylemek belki. Ve kadınlar, tarihe ve aşka inanıyorlar. Kıyamet uzuyor ve biz bir aynadan geçerken görüyoruz her yerinden kırılmış dünya. Bize ıhlamur kaynatıyor Delgadina, beyaz geceliğinde esmer bir sokak. Buralar, boydan boya hüzne yıkılmış kent, diyor bize. Soyunuyor, zamanın içi dışı bembeyaz.

Bir kilit daha dilimize, bata çıka bir gövde daha sudaki şeklimizden. Bütün geçmişi eziyoruz ağzımızda bin bir gecenin yalanları. Sevişmek için sayısız sebepler ve kırgınlık defterleri. Bir çınlama kalıyor geride, başıboş bir öpüşme sesi, de ki sigara yalnızlığı. Derin bir ah imgesiyiz şimdi, bütün ağaçların göğsünde. Şu üstüne düştüğümüz boşluk, kim bilir hangi rengin özeti? Bilsek, soğuk bir leke. Unutsak, gözleri açık bir rüya. Buruşturup atıyoruz,
yüzümüz ayıplı gölge, herkesin bir adım önünde. Bizden bir şişe şarap yapacak gececiler, biliyoruz, de ki köhne bir iskelede.

Sular düğüm düğüm usta ve biz,
Bir ateşi şaşırtacak kadar yanıyoruz…

Çünkü bu hayat uzak ara ya da riya ile biz arasında. Şimdi anılardan ayıklasak geçmişimizi her istasyon biraz yetim kalıyor. Soyunup giyinsek her fahişe bir kitap ömrümüze. Ev içleri, hayal kahveleri ve dönüp dönüp kapandığımız eşikler hepsi yüzyıllık işkence. Bize ıhlamur kaynatıyor Delgadina, soluğunda eski bir tufan. Hilesiz güzellik belki de, sürüklüyor bizi zamanın sonsuz yasına. Şu tuz kokulu odada, ruhumuz yalnızca kendi boşluğunu dolduruyor. Ve biz bu aşkın kekeme atlarıyız. Anımsamak için gençliğimizi dörtnala koşuyoruz, de ki arzu kışı, oradan günün geceye hazırlanışına bakıyoruz.

Uzun bir lekeydi, önce çiçekler kirlendi sonra bahçe. Bir pencereden bakıyoruz, avluya tünemiş güz yolcuları ve herkesin cebinde bir saat katranı. Vaktimiz dar diyor birileri, barbarlar gün sayıyor. Kuşlar karışıyor söze ve yarım bir cümleyi tamamlıyoruz. Bize ıhlamur kaynatıyor Delgadina, omzundan beline köpüklü bir nehir akıyor. Dokunsak, baş dönmesi. Konuşsak, sere serpe. Hayata bir sus payı bırakıp kalkıyoruz, eşyalar yerli yerinde, manzara böyle iyi. Ah! Ölümü güzelleştiren kadın, vefa gösterme. Çünkü bizi sahici bir öykünün içinde arıyorlar, de ki büyümek böyle bir şey işte.

Öyle şansız bir kuşağız ki usta,
Elimizdeki hüznü yüzümüze bulaştırıyoruz...

[email protected]