Harflerin Aklı: Güller ve Atlar

ilikledim kapımı sokağın iskeletine
içerdeyim evim ruhuma ranza
sen çatışan bir silahsın sokakta
ağzım sıkı tut kendini ısırdım ıslığımı
kan arıyor anonslar
ambulanslar
namlular
kaoslar
yine de gülde derlenir bahar

Perihan Tok’un 12 Mayıs 1977 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde Turgut Uyar’la yaptığı söyleşide “şiir yazmanın taşıdığı anlam sizin için nedir?” sorusuna karşılık Uyar’ın verdiği cevap, şiir yaratımının öncelikle bir dürtü sorunu olduğu şeklindedir. Ve devamında şöyle der: “İnsan dünya ile karşı karşıya geldiğinde (bu karşı karşıyalık düşmanca değil, tam karşı karşıyalık) eğer onda, değiştirilmesi, yeniden düzenlenmesi gereken bir takım durumların, ilişkilerin, farkına, bilincine varırsa, eylem olarak bir yol seçer. Kimi politikayı, kimi sanatı, kimi bilimi.”

Öyleyse şiir, bu eylem biçimlerinin tam da ortasındadır. Kendine özgü seslenici diliyle ve okuyucu ile kurduğu dolaysız ilişkiyle doğrudan doğruya insanı, insanla temas halindeki bütün olguları bünyesine taşır. Tekdüze yaşayan insanı bile düşünsel ve duygusal anlamda çalkantılara sürükleyerek bir bakıma tarihsel ya da tarih üstü gücünü hissettir. Bu yüzdendir ki şiir, yaşamın diriliğinde her zaman bir atardamar olma özelliğini sürdürmüştür.

Yazının girişine alıntıladığım dizeler, Fatih Akça’nın “Güller ve Atlar” adlı ilk şiir kitabından. Nisan 2014’de Mühür Kitaplığı’ndan çıktı.

“Şiir zekâsı çevik bir şair” tanımlaması var mı bilmiyorum? Yoksa da “annem, otel örüyor yalnızlığıma” diyecek kadar beyin çalkantısı yaratan bir dize buluşçusu için böyle bir tanımlamayı rahatlıkla yapabilirim herhalde. Çünkü Fatih’in şiirine genel bir özümleme ile yaklaştığımızda göze ilk çarpan şeyin biçimsel yaratıcılığın estetik boyutta olduğudur. Anlamla biçim arasında bir çatışma karışıklığı olmadan yalınlaştırılmış bir dille kendi mecrasını bulan sözcükler, yukarıda anlatmaya çalıştığım eylem biçimiyle de şairine içten/likli kazılar yaptırmaktadır.

Sanatçının her zaman tedirgin bir insan olma hali, kitap boyunca bütün dizelerde hissediliyor. “gül mü dedim, sesimin kenarları kesiliyor / oradan ünlemler taşınıyor başka renklere / benim soru işaretlerim öldürülmüş mü ne / dizeleriyle duygudaşlık kurduğumuzda aynı ürkekliği yaşayabiliyor ve aynı duyarlılıkla bir doku uyuşması sağlayabiliyoruz. Önceliklerimizin bilincine varan, kendini bireylikten sıyıran, özünde toplumsal düşün ilişkilerini genelde ise insan kavramını sorgulayan bu dizeler, ait olduğu çağa da tanıklık ediyor. Gül ve atlar imgesini, bir yanı insan kalırken öbür yanı metalaşan dünyanın bir içsel hesaplaşması şeklinde algılıyoruz. Ki neredeyse bütün dizelerde bu imge başat durumdadır. Fatih Akça, şiirle kurduğu diyaloğu, yaşadığı topluma insanlık tarihi açısından ayna tutarak devam ettiriyor.

Bunu da yaşam yoğunluğu içinde var olan diğer duygularla besliyor. Aşktan dostluğa kadar, mutsuzluktan umuda kadar geniş bir alanı özgürce kullanıyor.

Z
son durak, son çıkmaz, son harf
sesin sonuna bağlanmış yakı
kırsallar, oraklar, çekiçler, evsizler
ara sokaklar, kuşatılmış evler
kara alfabesidir hayatın onlar
gürültüleriyle
bütün tarihi korkuturlar

“Güller ve Atlar” tek bir şiir aslında. Harflerden oluşan başlıklar ise bu uzun şiirin bir çeşit durakları ya da makas değiştirme anları. Çünkü her harf şairin yaşamından, dokunduğu insandan ve dünyaya ait sıkıntılarından bir kesit sunuyor bize. Ve harfler, çocukluğundan bugüne uzanan sürecin olağan veya olağanüstü bir izleği gibi. Kitaptaki parça parça şiirlerin / anlatımların aslında bir bütünü oluşturduğuna da tanık oluyoruz.

Örneğin D harfine duvak, düğün ve dernek imgeleri giydirilmiş. Toplumsal bir yara haline gelen çocuk gelinleri ve ilkel bir evlilik töresi olan berdeli sorguluyor. F harfi, faşizmin tam kendisidir. Filistin’de öldürülen çocuklara kadar uzanan bir coğrafyanın kan ve zulmünü imliyor bize. İ ise başlı başına bir işsizliğin ve yoksulluğun adıdır. Şair bu sefer gül ve atlar imgesinin çatışma alanına özeleştirmeleri ve taşeron işçiliği sistemini alarak şiirce bir sorgulama zemini yaratıyor. M harfiyle de birbirine uzaklaşan insanı ve insan ilişkilerindeki soğuma ve yabancılaşmayı irdeliyor.

Geri kalan diğer harfler de nehir şiir içinde tek tek bir görevi ve toplumsal gözlemciliği sürdürmeye devam ediyor.

ben sonra müsait bir pazarda iner
satarım dünyanın anasını avradını
acısını mutluluğunu merhametini
satar geçinirim bir insan boyu
bin taneli narlar kucaklarım
bir göz bulurum bir sokağa göz olurum
ben sonra müsait bir pazarda iner
yeşil soğanların tanrısı olurum

Fatih Akça şiiri fazlasıyla dile yaslanmış bir şiir. Şiirde dile çok yaslanmanın bir tehlikesi de gereksiz sözcüklere açık alanlar bırakmaktır. Fatih’in şiirinde de yer yer bu fazlalıklara rastlıyoruz. Ama zaman içerisinde şiirini bu gibi fazlalıklardan sıyırıp öze doğru ilerleyeceğini iyi biliyorum. Bu küçük ayrıntının dışında oldukça disiplinli bir şiir yazdığını açık yüreklilikle söyleyebilirim. Çünkü dilsel olanakları sonuna kadar kullanıyor ve dizelerdeki işçilik görüntüsünü devamlı duru, canlı tutuyor.

Fatih Akça bir yazısında, canı sıkıldığı için şiir yazmaya başladığını söylüyor. İlk başlarda bir oyun gibi algıladığı şiiri daha sonraları yaşam biçimine dönüştürüyor. Şiiri ve şairleri tanıdıkça dünyayı ve çevresindeki sıkıntıları keşfediyor. Şiir onun için bir bakıma aydınlanma ve bilinçlenme dersi oluyor. Şiirle büyüyor, şiirle besleniyor. Turgut Uyar’ın dediği gibi şiiri kendine bir eylem biçimi olarak seçiyor.

Bize de aramıza hoş geldin şair, demek kalıyor…

[email protected]