fesleğen çıkmazı

…yollara

seni düşündüğüm zaman,
aklı başında biri olmaktan çıkıyorum.
tuhaf, hayret verici bir üslupla konuşuyorum insanlarla.
içi boş cümleler kuruyorum.
kimsenin merak bile etmediği şeylerden;
evin koltuklarından, perdenin kirinden söz ediyorum.
ama bıkmadan balkonumdaki fesleğeni anlatıyorum.
bir şehir dolusu insan gülüyor bana.

alaycı ve kırıcı seslere aldırmadan
yoluma devam ediyorum.

süslü vitrinleri, markalı eşyalar satan dükkânları
ve lüks restoranlarıyla ünlü o geniş caddedeyim şimdi.
ürkütücü bir sessizlik var ortalıkta.
gelip geçen herkesin yüzünde
anlık coşkular arıyorum. nedenini bilmesem de bu böyle.

hatta daha kötüsü,
onca kalabalığın içinden kendime
suç ortakları seçiyorum.
geniş omuzlu ve kirli sakallarıyla yanımdan hızla geçen
o genç adam örneğin,
cesaretsizliğimi ve korkak yanımı taşıyordu üzerinde.

örneğin şu esmer kadınla göz göze geldiğimiz an,
yoğun bir terk edilmişlik duygusuyla
tanıyoruz birbirimizi.

dünyadaki bütün ben’ler bu caddeyi kullanıyor sanki.

…yolculuklara

karşı kaldırıma geçip en yakın ara sokağa dalıyorum.
yıllardır bu şehirde yaşamama rağmen,
nereye çıktığı konusunda
hiçbir fikrim olmayan bu sokak sıcak
ve daha içten karşılıyor beni.

plastik eşya ve nalbur dükkânlarının inen kepenkleri
beynimi bir vahşet alanına çevirse de
kalbim bir sevginin sorumluluğuyla rahatlıyor.

çünkü neredeyse hepsi kısa ve göbekli bu adamlar
vakit kaybetmeden evlerine gidecekler.
kadınları açacak kapıyı. ellerinin kirini sudan geçirip
güler yüzlü bir akşam yemeğine oturacaklar.

...yalnızlığa

şimdi akşam yemeği için toplandığımız
o gizemli gölün restoranındayız.
tam karşımdaki masadasın. sana bakıyorum.

seninle yüz yüze geldiğimizde,
ikimizde gözlerimizi
aynı noktaya kilitliyoruz.
fonda vasilis saleas’ın klarnetinden dağılan
sonsuz yaz melodileri.

bu huzurlu ve büyülü ses
simsiyah saçlarından süzülürken,
dudaklarına ilişmiş o mahcup gülümseyişin içime akıyor.

oysa beni seninle derinleştiren sadece bu gülüşün değildi.
ruhumun kirli ve ürkütücü evini açıyordum sana.
etkileyici bir cesaretle elimi tutup içeri giriyorsun.
sonra elimden sıyrılıp uzun hol boyunca yürüyorsun.
hayranlıkla seni izliyorum.
nefes alışların dışında sessizliği bozan en ufak
bir gürültü yok. bütün odalara bakıyor,
bütün eşyalara dokunuyorsun.
ilgini en çok balkonumdaki fesleğen çekiyor.

onu masumiyetin ve iyiliğin,
şefkatin ve inceliğin hazzıyla okşuyor, öpüyorsun.
usul bir sesle çiçeğime kendi adını veriyorsun.

…ayrılığa

oturduğun masadan kalkıyor
ve restoranın çıkış kapısına doğru yürürken,
dönüp bana bakıyorsun.
dışarıda, göle doğru bakan iki suskun insanız şimdi.

kimdik? nerelerden gelmiştik buraya?
bütün bu soruların
önemsiz birer ayrıntı olduğunu biliyorduk.
aramızda kendiliğinden oluşan sessiz bir dil vardı
ve susarak konuşuyorduk.
“bu akşam, yemekten sonra dönüyoruz.”

içimi çölleştiren bu söz,
sonsuza dek bir şeyleri değiştiremeyeceğimi,
güçsüzlüğümü,
yani hep kaybedişimi vuruyordu yüzüme.
korkaklığımdan soyunup, sana net ve dingin bir sesle
“ kal benimle” diyemiyorum.

o akşam bana
“bildiğin bütün gerçekleri unut, sadece sahip olduğun şeydir senin gerçeğin”
demiştin. biliyor musun, sana duyduğum o aşk, ruhumu temizleyecek
ve beni hayatım boyunca kendimle kavgalı olmaktan çıkaracak güçteydi.
bu aşk beni düzeltecekti.

sokak bitti.
gerisin geriye yürüyorum aynı yolu.
tekrar o geniş caddeye çıktığımda
birden yön duygumun kaybolduğunu fark ediyorum.
rastladığım ilk kadına,
oturduğum sokağın adresini soruyorum.
seni düşündüğüm zaman,
gerçeğimden çok duygularımın peşinden gidiyorum

ve ayrılırken  “bana iyi bak” demiştin ya,
şimdi önüme çıkan herkese kalbimi gösteriyorum.

[email protected]