Bir nehrin söylediği: Orontes Mensurları

Neruda, 1971 yılındaki Nobel konuşmasını şu cümlelerle bitirir:

“Teşekkürlerimi sundum ve şimdi çalışmalarıma, biz şairleri bekleyen boş sayfaların başına dönüyorum. O sayfalar ki bizler onları kan ve karanlıkla doldurmalıyız çünkü şiir ancak kan ve karanlıkla yazılır.”

Gören şiir, dertli olduğu kadar da aynı zamanda yaralı bir tarihin sürekli anlatıcısıdır da. Gezdiği toprakları, geçtiği suları ve dokunduğu insanı koşulsuz benimser ve belleğine katar.
Yaşama dair özümleyici bir ilişki kurar ve söylenmemişi metinleştirir. Türküler dilden dile geçerken, şiirler ise yazılı taşlardan defterlere, oradan kitaplara doğru. Neruda’nın dediği gibi boş sayfalar dolar taşar, çağların gözyaşlarıyla ve halkların üzünçlü öyküleriyle.

orontes’in suladığı çardaklı bağlar. kızarmış narı do-
ğuran kızıl çiçeği toprağımın. beni al, akşam alacası-
nın uslanmaz hüznü. sana yasak meyvelerin tadını
anlatacağım.

“ Orontes Mensurları”, Faris Kuseyri’nin ilk kitabı. Islık Yayınları’ndan çıktı. 1999-2011 yılları arasında yazdığı şiirlerin bir bölümü sadece. Adından da anlaşılacağı üzere kitap düzyazı şiirlerden oluşuyor.

Faris Kuseyri, 1978 Antakya doğumlu. Yükseköğrenimini gördüğü sırada düşüncelerinden dolayı okuldan uzaklaştırılır. Avrupa’ya gider. Amsterdam’da göçmen çocukların toplumsal entegrasyonu için kurulan tiyatro topluluklarında metin yazarlığı yapar. Yurda döndükten sonra Eskişehir’de Türk Dili ve Edebiyatı eğitimi alır ve dönemin önde gelen edebiyat dergilerinde şiirlerini ve yazılarını yayımlar.

Orontes, Lübnan Bekaa Vadisi'nin doğu kısmından doğup Suriye’den geçerek Hatay ilinden Akdeniz'e dökülen Asi Nehri’nin diğer bir adıdır. Amik Ovası’na can veren bu nehir şaire göre su olmaktan öte çok şeydir aslında. Tanıktır geçtiği coğrafyanın kışına, yazına. Gecenin uykusuz gözü, gündüzün bereketi. Tanıktır insanın tarihine. Çünkü yıkan da o, kuran da. Yani, Ortadoğu’nun ve Antakya’nın lirik ve destansı bütün hikâyelerine tanıktır.

“Orontes Mensurları”, kadim kent Antakya’nın belleğine sinmiş farklı uygarlıkları ve yaşam ritüellerini zamanın süzgecinden geçirerek yer yer bir menkıbe anlatıcısı yer yer de bir tarih yazıcısı olarak çıkıyor okurun karşısına. Mensurların hareket noktasında insan ve insanla ilişkili konular öncelikli unsurlar. Duygu deneyimleri, olay örgüleri ve kişiler üzerinden kurduğu söz akrabalığı şiirsel devinimi canlı tutarken tarihin gözlerine dikkatlice bakılmasını sağlıyor. Farklı kültür ve inanışların şekillendirdiği bu coğrafyada adeta bir şiir kazısı yapıyor şair. Kazıdıkça, Çingene Ermenilerinin çalışkan ellerine, oydukça, Asur Kraliçesi Semiramis’in yüzüne, tozunu sildikçe, Şıh Yusıf el Hekiym’in bir reçetesine ve daha derine indikçe Habil’in yarasına dokunmanız mümkün. Bilge bir dedenin ağzıyla ya da Kitab-ı Mahfi’den ( Arap Alevilerinin duaları / Gizli kitap) sihirli bir kelamla ol hikâyelerin kalbine kadar sızarak yaşam gerçeğine yönelip “toprak ve su insanı” bilincine eren bir kavimler kapısından geçiyorsunuz. Bütün savaşları, kırımları ve ihaneti gören bu yaşlı kent, kan ve karanlıkla yazılan şiirlerin de başkentidir.

hiç kavafis okumadılar ve bilmediler kocalarının evin-
den başka bir evi. yüksek duvarlar arasında, sinema-
sız bazen radyosuz, makyajsız bazen aşksız yaşadılar.
ama çoğu, taş avluları suladıktan sonra arap yasemin-
lerini boyunlarına sürmüştür. evin küçük erkeklerin-
den bile utanarak bazen.

Faris Kuseyri’nin bu dizelerini okurken uzun zaman önce izlediğim “Hatay Mozaikleri” adlı bir belgeseli anımsadım. O yapımda, “Pegasos ve Su Perileri Mozaiği”ndeki Su Perileri’nin ölümsüz olmadıklarını ama çok uzun bir yaşam sürdükleri anlatılıyordu. Ayrıca hep genç ve güzel kaldıklarından da söz ediliyordu. Doğurganlık ve zarafetin simgesi olarak adlandırılan bu perilerle taş avluları sulayan kadınlar arasında bağ kurmak içtenlikli bir okurun hakkıdır diye düşünüyorum. Bütün zamanların ezileni olan kadın, bazı kültürlerde ve coğrafyalarda güzelliğin ve inceliğin imgesi olarak resmedilmiş ve taçlandırılmıştır. Kuseyri’nin dizelerinde, varsıl kadın sembollerinden ezilen yoksul kadın figürlerine kadar uzanan tarihsel bir değişimi ve arkasından da sorgulama biçimlerini hissedebiliyorsunuz. Örneğin, Astarte Bütün Doğu Akdeniz’de bilinen, İştar, Afrodit ve Venüs’le aynı eşdeğerde bir tanrıçadır. “ Güzelliği çürüyen Astarte” şiirindeki başlangıç ile “ Taş sulayan kadınlar” şiirindeki sonuç, bu olumsuz gelişimin apaçık bir anlatımıdır.

gözüme bu sahte cennedi yaraştırırdım teodor’la di-
dim’in kesik başlarını görmeden önce. ey gizli aşkımı-
zı ayan eden portakal çiçeğinin keskin soluğu ve su-
yun yüreğinden uğultular getiren sudolapları. başka
ses duymasın kesilmiş kulaklar. bir de ben şiirler fı-
sıldayayım, yıllar ve yıllar kadar geciksem de.

“ Orontes Mensurları”, o coğrafyanın belleğine yerleşmiş tragedyaları da zenginleştirerek aktarıyor okuyucuya. Edip Cansever’in “ Tragedya Üzerine Notlar” (Yeni İnsan 9- 1963) makalesindeki “ Bu denli görkemli, böylesine yüce bir yaratı biçimi, elbette çeşitli tanımlara yol açacaktır. Gerçek olan şudur ki, çağdaş şiir olgusunun, çağdaş şiir kıvamının içeriği trajik eylemdir” sözüne koşut olarak Kuseyri’nin şiirine sızan bu trajik motifler, o günü şimdiye taşıyarak hem evrensel bir dil/şiir oluşumunu sağlıyor hem de acıların sürekliliğini canlı tutuyor. Böylece şiirini, çağdaş düşünceye uygunluk bakımından önemsetici bir olgunluğa taşıyor. Teodor ile Didim, Hıristiyan Antakya’nın ilk yıllarında yaşamış gizli inanç taşıyan âşıklardır ve inançları ortaya çıkınca öldürülürler. Bu trajik olayın şiirde anımsatılması, töresel ve inanışlar bağlamında çağdan çağa sürüklenen insancıl içeriğin zedeleniş biçimine bir gönderme olsa gerek. Çünkü Sophokles’ten günümüze bu alanı diri tutma görevi yine şairlere düşmüştür.

duvarların ardında üç dilli dualara, duvarımızda mar
corcus’a, bebek isa’ya, sevgili meryem’imize sor. ismi’l
abu u ibni…

şınini dallarına sor, sürülen son süryani’ye sor. son
keldani öldüğünde ona mezar bulamayan, çaresiz hı-
dır türbesine defneden şıhımıza sor.

Çok kültürlü ve çok inanışlı bir yaşayışın beşiği Antakya’nın bütün renkleri gelip geçiyor Kuseyri’nin dizelerinden. Mar Corcus, yöre inanışlarının odağında yer alır. Hızır kültürüyle iç içe geçmiştir. Arap Alevileri, Sünni Araplar, Süryaniler, Marunîler hatta Ermeniler için kutsal bir figürdür. Bir kardeşlik sembolü olan Mar Corcus, yöredeki Türkler tarafından da saygıyla anılan bir kişiliktir. Bebek İsa, Sevgili Meryem, Arap Alevileriyle Hıristiyanlar yüzyıllarca iç içe yaşadıkları için bu sembolleri birlikte anarlar. Şınini ise yöredeki her inanıştan insanın kutladığı bir bayramdır. Zeytin dalı bu bayramın simgesidir. Ayrıca Mısır’daki esaretten kurtulup çöldeki açlık günlerini anımsamak için kutlanan ve bir Yahudi geleneği olan Çardak Bayramı yine yöredeki tüm inanışlarca saygı duyulan bir gündür. Böylelikle Faris Kuseyri, okuyucunun önüne çoksesli bir Antakya atlası seriyor. Bu atlasta acılardan dönenler, kardeşliğe ve insanlığa doğru yürüyenler, adları değiştirilen yerler, kirli tarihin yüzüne tükürenler, güzel yüzlü çocuklara gülümseyenler, eylül sonrası kendine bile yabancılaşan evler ve nice nice menkıbeler… Hepsi ya bir ağıtın kara günleri ya da bir ipeğin sesleri.

Faris Kuseyri şiiri, duygunun olduğu kadar da düşüncenin şiiri. Söylemini görkemli yapan da bu özelliği zaten. Beslendiği kaynak bir sanat yapıtına yeni yeni üretimler kazandıracak nitelikte ve zenginlikte. Şiirindeki bireysel duruş, toplumsal değerler açısından oldukça sağlam bir yerde konaklıyor. Dergilerde yayımlanan diğer şiirlerini de yakından tanıdığım için söylüyorum Kuseyri’nin şiirsel tavrında ilk göze çarpan özellik, şiirsel bilincini koruma altına alarak güçlü bir dolgunlukla var olmaya çabalıyor. Ki, bu her şairin damarlarında olması gereken bir sıvıdır. Dil işi, ince emek ve uzun yol sanatıdır. Bu da şairin kendi şiir geleneğini oluşturmasından geçiyor. Kuseyri, biçim ve öz açısından şiirimize yeni bir soluk açarak, “ kısır biçim oyunlarına” girmeden şiirin içeriğine uygun bir hareketle oluşturduğu bu sesle dizelere yeni bir hız kazandırıyor.

“ Orontes Mensurları” şairin ilk kitabı demiştim. Kitaplı şairler arasına hoş geldin sevgili Faris Kuseyri. Yolun açık, okurun bol olsun…

[email protected]