Ben Berkin, gülüşü hepinizin…

Adım
Upuzun bir uykunun içindeydi
Şimdi bütün uykular benim içimde.

O sabah, duygusunu yitirmiş bir devletin mermisiyle uzandım boşluğa. Gördüm, bir kuş havalandı yeryüzünün kalbine doğru. Bir kuş, kanatlarında ölüm sorusu. Uzak dağlara, uzak yollara bakmak istedim. Canımdan bir can daha çekildi, soğudu tenimin yaz çocukluğu. Yanımda yatan gelinciğe soruyorum: İnsan giderken ölüme, eksilir mi yüzündeki gülümseme?

Kan doluyor alnıma anne. Dilsiz ve kımıltısız kalıyorum. Beni şimdi yıldızların elleri okşuyor, beni şimdi su anneleri. Tüylerim kıyım kıyım, kim görse ateşten bir top kaçıyor yüreğime. Bir kuş erkenden uçuyor, çocukluk kısa bir rüzgârmış meğer anne.

Gömleğimde yağmur desenleri ve cebimde mavi misketler. Bir taşın soğukluğunu öğreniyorum, parmak uçlarımdan başlayarak. Öylece kaldım, evler morarıyor, sokaklar yaprak yaprak. En çok koşmayı özlüyorum anne, bir caddeyi boydan boya aşarak. Daha uzağa ışıklı masallara kadar koşmayı, soluk soluğa. Yüzümün güzelliği yetmiyor anne, masum bir bedeni korumak için. Kulağımda cellatların sesi, salkım salkım hükümler asıyorlar boynuma. Bana benzemeyen insanlar vuruyor beni anne. Yanımda yatan gelinciğe soruyorum: İnsan beklerken uykusunu, nereye bırakır çocukluğunu?

Evden geliyordum, çiçek ekmek ve güvercinlere su almaya gidiyordum. Boyum, yaşamla ölüm arasına duvar. Yaşıma bir gökyüzü ve deniz yüzlü düşler sığıyor. Orada martılar, iç geçiren kızlar var. Bir yanımda heykeller taşıyan adamlar, bir yanımda elleriyle kişiliklerini saklayanlar. Bunu söylemek bile ağır anne ama beni dibe çekiyor bir tarih. Hüzün ki herkesin cehennemi, benim hikâyemse yoksulluğun kör cümlesi. Beni şimdi bir çatının altından alıyorlar, yağmura doymuş bedenimi yaşam dileğiyle bir balkona asıyorlar. Yas damlatıyorum anne, bütün eşyalar ölümün önsözü. Sağa döndüm üç dört gece, solumda bir ateşin közü.

Sonra anne, beni bir şeye uzattılar ve her gün içimi kâbuslarla yıkadılar. Günlerin büyük yalnızlığı şu üstümdeki nevresim, şu kalbime takılan kablolar. Kederli bir müzik sesi, uzaktan uzağa, bahar inmiş sulara. Kulağımda martı çığlıkları, okul çıkışları. Vefalı arkadaşlar geliyor her sabah, pencereme karanfiller bırakıyor güzel kızlar. Zaman geçmiyor anne, sallanıp duran bir hayat ve omuzlarımda haramilerin nefesi. Yanımda yatan gelinciğe soruyorum: Yaşamak bu kadar güzelken, kim koydu gözümün önüne bu mağara resmini? Bir kuş anne, karlı dallara konuyor. Ve içimden buz gibi dereler akıyor.

Geliyorlar, ekmek ve gül iklimi bir geçmişten. Çarşılarda devrimci isyan kalabalığı ve havada elvan kokusu. Beni bir dağın kalbine yatırıyorlar. Yüzüm dünyanın bütün ağaçlarına dönük. Bir sürü pencere açıyorlar, beyaz yollar önüme. Kimseler üzülmesin anne, adım derin bir iç çekişse eğer beni bir baş dönmesi sayın. Bir bulutu öperken geçiyorum aranızdan, sanki varmışım sanki yokmuşum gibi ağlayın. Yanımda yatan abilerime soruyorum: Memleket rüyasına yatmak abiler, bu kadar uzun mu sürer? Başım dik, avuçlarımda sıkılmış üzüm taneleri, gidiyorum işte. Arkamdan binyıllık ağıtlar, arkamdan alkışlar.

Adım Berkin
O sabah beni
Bir hükümet kurşunuyla vurdular.

[email protected]