Bağışlama bizi

Dört yaşlarında bir kız çocuğu.

Fotoğraf makinesini silah sanarak ellerini kaldırıyor.

Sevgiden önce ölümü öğrenmiş.

Anne kucağından önce korkuyu.

Evlerin dışa açılan kapılarını ölüm biliyor, yoldan geçen herkesi eşkıya.

Yaşını masallarla değil silah sesleriyle büyütüyor.

Yürümeden önce koşmayı öğrenmiş.

Konuşmadan önce susmayı.

Yıkılan duvarların, yanan şoselerin fotoğrafları geçiyor rüyalarından her gece. Bir karanfilin gülümseyişini bilmiyor meselâ. Ama yıldızların ve dağların üşüdüğünü hissediyor. Kırık kanatlı kuşlar düşüyor sabahları uykusuna. Uyanır uyanmaz ölü bir kelebeğe dönüyor güneş. Göğün mavisinden çok bulutların öfkesini görüyor.

Gülebilse, yüzü çiçek evi.

Bir çileğin düşü, erkenden açan menekşe elleri.

Ekmeğin buğusundan önce taşın soğukluğunu öğrenmiş.

Doğmadan önce saklanmayı.

Barbarların kirli yüzleri geçiyor yanından, sağır duyguları.

Bir anlayabilse olup biteni, kuş gibi hafifleyecek belki.

Bez bebekleri ve kurdeleleri yok meselâ. Bir parkı boydan boya koşacak sevinci de. Uzaklara bakıyor, “güzel bir yer midir oralar” diye soruyor herkese. Gözleri yoksul kara, saçları kör bir makasla kesile kesile… düşüyor yeryüzüne. Öyle bir kız çocuğu işte, bakışını yollara eke eke. Değip geçiyor, barut ve kan kokularından, suların kalbine.

Omuzları dünya yükü, salıncak ağrısı.

Çıt diye kırılacak dokunsa biri, uykusundan uyanacak.

Öpülmeden önce vurulmayı öğrenmiş.

Gülmeden önce küsmeyi.

Ah güzel çocuk! Sana güler yüzlü bir dünya veremedik.

Sakın bağışlama bizi...

 

[email protected]