Kin ve nefret yoluyla demokrasi mi!

Demokratik yolları kullanarak iktidara gelen bir siyasi parti, asla demokrasi dışına çıkmaz denilebilir mi. Demokrasi, sadece iktidara geliş yöntemi yani sandıktan ibarettir gibi bir saplantı söz konusu olabilir mi. Demokrasinin, halkın kendi kendini yönetim biçimi olduğu, hak ve özgürlükler, hoşgörü ve çoğulculuğu esas aldığı görmezden gelinebilir mi.

Başbakan Erdoğan, anakent belediye başkanlığı döneminde, şeriatı savunduğunu, buna kendisinin ve her müslümanın hakkı bulunduğunu, Aziz Nesin’in inanmama düşüncesine saygı gösterildiği gibi, kendisinin de bu ve benzeri düşüncelerine saygı gösterilmesi gerektiğini, adeta bir kabus gibi ifade etmedi mi.

Erdoğan’ın bu anlayışını uygulayan yönetimlerin henüz yaygınlaşmadığı, şeriatın da gelmediği bir ortamda, Aziz Nesin’e bu ülkede yaşam hakkı tanınmayıp diri diri yakılırken, Türkiye halkı her nedense ne olup bittiğini anladı mı.

Milli görüş olarak nitelenen ve dindarlığı siyaset alanına taşıyan anlayış bile eleştirilirken, Erdoğan bu milli görüş anlayışını bile terk ettiğini söyleyip, düşüncelerine göre yapılandırdığı yeni siyasi partiyi, geçmiştekiler yetmiyormuş gibi 2000 yıllarda Türkiye’de karanlık için, yeni bir denemenin aracına çevirmedi mi.

Partisinin, sadece inanan/müslüman Türk vatandaşlarını temsil ettiğini, farklı söylemlerle dile getirmekten hiç geri durdu mu. Sömürdüğü dini, inananların ve kendi tabanının bakış açısına bile bakmadan, kendisini iktidara taşıyan bir yol olarak kullanıp, bundan da sonuç almadı mı.

Bunun öncesinde ise dini, sömürmenin de ötesinde, bir mücadele unsuru olarak ortaya koyup, inananları asker, camileri kışla olarak topluma sunmadı mı. İnanç alanı dışına taşıyarak dini, sömürünün de ötesinde, Erdoğan, kendi içinde barındırdığı kin ve düşmanlığın ifadesi olarak, bir şiir yoluyla topluma sunduğu için de, halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmekten ceza almadı mı.

Sonrasında Anayasa değiştirilip bu mahkümiyet, seçilebilmeye engel olmaktan çıkartılmadı mı. YSK da, Siirt seçimlerini bir biçimde iptal edip, oy verme (seçme) hakkını bu süreçte kazananları, iptal edilen seçimin tekrarı niteliğinde olduğundan yerinde olarak o seçime sokmazken, seçilme hakkı yönünden ise hukuk ve mantık dışı bir karara imza atarak bu hakkı sonradan kazananları ise, yani Erdoğan’ı, tekrar niteliğindeki bu seçime sokmadı mı.

Erdoğan’ın tek belirleyiciliğinden kaynaklanan biçimde partisi, laik ve demokratik hukuk devletine aykırı kimliğe bürünüp, bu durum da ortaya dökülmedi mi. Buna rağmen Erdoğan hükümetleri sürmedi mi! Sürdüğü için de, Başbakan olmadan önce dile getirdiği aynı kinci söylem, eylem ve yaklaşımı, yönetimdeki yegane karakteri olmadı mı!

Şeriat kavramı, hukuk düzeninin dinsel kurallara dayanmasını ifade ederken, inanç özgürlüğü bile ancak laik bir hukuk düzeninin gereği iken, nasıl Aziz Nesin’in inanmama özgürlüğü varsa, geçmişte kendisine de şeriat özgürlüğü tanınmasını isterken, 2014 te Balıkesir’de yaptığı konuşmasında ise, elde ettiği güçten mi olsa gerek artık inanmayanları, hatta kendinden olmayanları, terörist olarak bile nitelemedi mi. Bu söylemle, ayrıştırıcı, kin ve nefrete dayalı düşüncelerinin yoğunlaştığını bir kez daha ortaya koymadı mı. Bu sözler, eğer yaşasaydı, diri diri yakılan Aziz Nesin’in karşısına(!), artık doğrudan kendisinin çıkacağının da ifadesi değil miydi.

Sivas’ta yakılanlara, yakanları savunanları bile partisinde toplamasına ve Erdoğan’ın düşüncelerine bile bakılınca, hala bu ülkede gerçeklerin görülememiş olması nedeniyle Başbakan, rahatlıkla her türlü baskıcı uygulamalara yönelmiyor mu. Aşamadığı her konuda tek karar verici gibi gerekirse tekme, tokat yoluyla bile yasa çıkararak, istediği her şeyin zeminini, yasalar yoluyla oluşturmuyor mu. Yargı veya bir başka yolla engel tanımak istemediğini, açıkça ortaya koymuyor mu.

Gezi eylemlerinde yaşananlar, süreçteki tüm olay ve ölümler, konunun polisin güç kullanmasının orantılı mı orantısız mı olduğu bağlamındaki yüzeysel bir tartışmadan ibaret olmadığını hala göstermedi mi. Polis olmayınca, olay olmadığı, polisin olduğu anda ve yerde ise olayların, ölümlerin yaşandığı da artık ortaya çıkmadı mı. Polis, bu kimliğe büründürülmedi mi. Kin ve nefret anlayışına dayalı yönetim karşısında, artık olaylar ve ölümler, yakılarak otellerle sınırlı biçimde değil, kamu gücünün kullanıldığı her yerde başlamadı mı!

Başbakan, demokratik eylemlere ve tepkilere, yine çok sesliliğe karşı hoşgörüsünü, somut olarak hiç ortaya koyabildi mi! Yaşanan acıları bile paylaşabildi mi!
Tüm bunlara rağmen, Türkiye halkı yaşananları demokrasi sanmaya devam etmiyor mu! Bu coğrafyadan beklentileri nedeniyle, artık ABD harekete geçip, konuyu sadece bir iktidar cemaat çatışması gibi algılatıp geçiştirerek, şimdiye kadar kontrolü altında tuttuğu ve demokratik ortamı da yok eden örgütlenme yönetiminden, kin ve nefreti uygulayan anlayışı uzaklaştırarak, istediği ılımlı islam yönetim anlayışı sürsün de, bu tabloda ister sağ ister sol partilerle sürsün demiyor mu, bunlar hala anlaşılmıyor mu!