Yeni savaş senaryoları

Doğu Guta denen yer Şam'ın banliyösü gibi. Ankara'da Temelli, İstanbul'da Silivri, İzmir'de Menemen gibi. Suriye yönetimi bu bölgedeki Batı destekli cihatçı askeri yapılanmayı son aylarda başarıyla ezdi, cihatçı tedhişçilerin yüzde 90'ı da İdlib'e tahliye edildi. Hegemon ülkeler bloğu ve AKP yönetimi bundan pek rahatsızdı.

Batı'nın (ve İsrail ile Suudilerin başını çektiği bölge Arap ülkelerinin) rahatsız olduğu daha önemli bir konu ise, Rusya-İran-Türkiye yakınlaşmasıydı. Aslında bu üçlüden Türkiye'nin Rusya-İran ile Astana sürecinde yakınlaşması pek faydacı bir amaçla gerçekleşiyordu ve bu nedenle "ittifakın" en zayıf halkasıydı. AKP iktidarı, Suriye operasyonlarını yapabilmek için Rusya'nın iznine bağımlıydı; ayrıca PYD/YPG'ye açık destek veren ABD karşısında denge siyasetine ihtiyacı vardı. Ama Esad'ın gitmesinde direten ve Batı ile bu bakımdan yakınlığını sürdürmeye özenle dikkat eden de oydu. Siyasal İslamcılığın fıtratına uygun bir oportünist siyaset söz konusuydu. Her durumda, emperyalizmin gözünde bu üçlü ittifakın mutlaka parçalanması önceliği değişmiyordu. Nitekim Türkiye'de üç liderin buluşmasının üzerinden hafta geçmeden Doğu Guta'nın ilçesi Duma'da "kimyasal provokasyon" haberi geldi. Rastlantı olabilir mi?

Aslında bir provokasyonun eli kulağında olduğu bir süredir seziliyordu. Trump bir süre önce "kimyasal silah kullanımı" kırmızı çizgimiz dememiş miydi zaten? Daha geçen yıl gene uydurma bir kimyasal saldırı haberi üretilerek (Rusya'nın soruşturma talepleri de reddedilerek) ABD savaş gemileri Suriye'yi bombalamamış mıydı? Şimdi de "bir kimyasal saldırı" olayının üretilmesinin tam sırasıydı. Taşeron cihatçı örgütler bu tür pis işler için zaten eğitilip hazırda bekletilmiyorlar mıydı? (Rusya'dan üç hafta önce gelen resmi bir açıklama ABD'nin bazı  tedhiş gruplarına kimyasal saldırı eğitimi yaptırdığı yolundaydı). Beklenen oldu.

Suriye yönetimi, Batı'nın bütün yanlı ve sahte haber bombardımanına rağmen başkentinin kırsal banliyösünü ele geçirmişken, niçin kimyasal silah kullanmak gibi bir çılgınlık içine girsin? Ama suç atmalarda bu tür akıl ve mantık kuralları işlemez kılınıyor. Irak'a yönelik büyük yalan kumpasını ("kitle imha silahlarının varlığı" yalanını) düşününüz. Uydurma olduğu ortaya çıktıktan sonra saldırganın bedel ödediğini anımsıyor musunuz?

Emperyalist blokun çıkarları bütünleştiğinde Batı'da çarpıtılmış haberlerden başkasının duyulmaz oluşu da, Batı demokrasilerinin ikiyüzlülüğüne bir başka kanıttır. Batı'nın sözde bağımsız medyası esas olarak kendi ülkelerinin emperyalist politikalarının hizmetinde olmaya öncelik verirken, aykırı sesler ne yazık ki pek cılız kalıyor. Süreç boyunca "sivillere mezalim yapıldığı" türünden  "haberler" dışında haberlere geçit verilmiyordu. Doğu Guta "düştüğüne" göre yeni "kötüleme malzemeleri" icat edilmeliydi. Türkiye'yi zaten biliyorsunuz; hemen hepsi "sahibinin sesi" durumunda. Herkes Saray'ın hangi tutumu alacağını izliyor, Reis'in ağzının içine bakıyor. "Öngörü sahipleri" zaten önceden tahmin edebiliyor.

***

Şimdiki provokasyonun ardından ABD'nin vakit geçirmeden kimyasal silah kullanımında sorumlu olarak Rusya ve İran'ı suçlaması, kendi sorumluluğunu örtme telaşından daha fazlasıdır kuşkusuz. Birincisi, Türkiye'yi suçlanan ülkeler arasına sokmayarak üçlü ittifakı bozma çabasını sürdürüyor. Zaten Reis ve Başbakan hemen şiddetle Suriye rejimini suçlayarak diğerleri ile arasına bir mesafe koymayı ve Esad'a yönelik operasyonları kışkırtmayı sürdürmeyi becerdi. ABD, diğer yandan, Suriye'ye yapacağı muhtemel saldırıda büyük olasılıkla önce Suriye yönetimini ve Suriye'deki İran güçlerini hedef almayı, bu durumda Rusya'yı edilgen bir seyirciye dönüştürmeyi (veya tepkiye zorlayarak ona karşı koalisyonun bir askeri güç gösterisi yapmasını) planlıyor olabilir.

Bu körüklemede rol oynayan etkenlerden biri de Trump ve Netenyahu'nun ülke içi siyasetlerinde zor durumda olmaları. Dikkatleri başka yere çevirmeye şiddetle ihtiyaçları var. Ama zaten bu tür kişisel nedenler olmasaydı da küresel ve bölgesel emperyalizmin ihtiyaçları bugün çanları bir çatışmadan yana çalıyor.

Kışkırtmanın baş aktörü rolünü oynamaya hep hevesli olan İsrail'in Netanyahu'su hemen harekete geçti bile. Dün Humus yakınlarında Tiyas Hava Üssü'nü füzelerle vurarak  provokasyonu tırmandırma misyonunu yerine getirdi. Bunun da sonuçları olacaktır.

İlginç sayılamayacak bir biçimde Türkiye ile İsrail'in aynı safta olmaları ise ayrı bir mesele. Kaynağı bile tam ortaya çıkarılmadan Doğu Guta'daki kimyasal provokasyonu Esad'a maledip aşırı celallenme gösteren Reis ve etrafının, İsrail'in onlarca kişinin ölümüyle sonuçlanan füze saldırısına tek bir ses çıkarmamasının, Ortadoğu Arap ülkelerinin çoğunun gizli İsrail yandaşlığından farkı nedir? İsrail'i "terörist devlet" ilan ederken bile çifte standart uygulaması (İsrail, sünni İslamcı Hamas'a saldırırken terörist, Esad askerlerine saldırırken kahraman), nasıl bir çarpık zihniyet yapısıdır? Peki bölge güçleri arasındaki dansına yeni kıvrak figürler katarak aradan sıyrılabilmesi hâlâ mümkün mü?  ABD'nin sahneye savaş tamtamlarıyla çıkması durumunda, bu denge oyununun daha fazla sürdürebilmesi zor görünüyor. AKP Türkiyesi'nin Rusya ve/veya ABD ile anlaşarak Kuzey Suriye'de bir sünni Arap koridoru oluşturma projesini nereye kadar sürdürebileceği de oluşacak yeni dengelere göre belirlenecek. Bunun uzun vadesi gerçi çıkmaz sokak, ama kısa ve orta vadesi bile belirsizliklerle dolu.

Her durumda, Rusya'ya Suriye üzerinden gözdağı vermeyi ve ekonomik olarak kaldıramayacağı angajmanlara sürüklemeyi de hedefleyecek şekilde ABD'nin muhtemelen Fransa ve İsrail eşliğinde yoğun bir füze saldırısıyla sahneye girmesi, bölgede vekalet savaşlarından asılların savaşına geçişi körükleyecek gibi duruyor. Yeni silah ve savaş teknolojilerinin deneme alanına hoş geldiniz.

***

Ve Süper Teşvik Paketi...

Dün süper bir teşvik paketi açıklandı. 19 firmanın 23 projesine 135 milyar TL'lik teşvik açıklandı. Ayrıntılar çok belli değil henüz. Beklenen olumlu etkilerin (dış ticarette, cari açıkta, istihdamda, vs.) hangi vadede gerçekleşebileceği de açık değil. Yatırımlara destek verileceğine göre, yatırımların gerçekleşmesi sonrasında etkiler ortaya çıkacaksa, 3-5 yıldan sonrasını konuşuyoruz demektir. Nitekim bazı teşvikler 10 yıl (örneğin Gelir Vergisi stopaj istisnası gibi),  bazıları 49 yıl (bedelsiz yatırım yeri tahsisis gibi) gibi uzun vadelere yayılıyor. Ama AKP iktidarının önümüzdeki seçimlere kadar etkisinin görülebileceği teşviklere ihtiyacı daha çok. Dolayısıyla yeni bir paket daha gelebilir. Peki ya kaynak?

Bu arada 19 firma söz konusu ama bunlardan sadece 4'ü (Sasa, Vestel, Tosyalı ve Metcap) 100,7 milyar TL'lik yatırım teşviki alacak. Yani geri kalan 34,3 milyar 15 firmanın yatırımlarına ayrılmış olacak; ki bunlardan da görece iri olanları ayıklandığında, birçoğu milyar liranın altında yatırım teşviğine "hak kazanacak". Başka deyişle, teşviklerin firmalara/projelere dağılımında ciddi bir yoğunlaşma var. Hiç yatırım almayanlarla rekabet bozucu etkiler olacağı gibi, kendi aralarında bile -aynı sektörde iseler- benzer etkiler görülebilir. Yalnızca ilk dört firma açısından bakılsa bile, Güney Kore (chaebol) tarzı küresel ölçekli şirket yaratma iddiası varsa eğer, bu bir hayalden ibaret olurdu. Paket şişkin ve ilk dört için fazlaca şişkin görülebilir; ama bugün küresel oyuncu yaratmak için fazla cılız. 16 yıllık iktidar deneyiminden sonra, "aklına fikir gelmekle" bu işler yürümüyor.

Bu arada, dün paketin açıklanmasına TL'de ve borsada yeni değer kayıplarının eşlik etmesi, bu arada Vestel gibi en çok kayırılan şirketlerden birinin hisselerinin yüzde 9'a varan değer yitirmesi, işlerin pek de istenildiği gibi seyretmeyeceğinin işaretlerinden olabilir. Dünkü açıklamada "faiz düşecek" nakaratı bile tek başına ekonomik göstergelerdeki günlük kayıplara neden olabiliyor. Demek ki, rüzgarı tersine çevirmek artık kolay olmayacak.