Yeni hamleler

AKP, mevcut rejimin siyasal/anayasal yapılanmasına son saldırılarını planlıyor. Cumhuriyet yıkıcılığında yeterince ilerledi. Yeni rejim kuruculuğunda ve kurulacak olan şeydeki rol paylaşımlarında kendi iç koalisyonunda çatlaklar belirdiği için bir süre iç hesaplaşmalara döndü. Yolsuzlukların Cumhuriyet tarihinde görülmemiş boyutlara geldiğinin görülmesine fırsat veren bu iç çatışmadan, AKP ve lideri bir “komplo/darbe ve meydan okuma” söylemi çıkartarak gerilemesini frenledi.
Şimdi, iktidardan düşmemeyi bir varlık-yokluk ikileminde görmeye mecbur olan AKP iktidarı, yeni oy gerilemeleri olasılığını da düşünerek, seçim sistemiyle, başkanlık formülleriyle yeniden oynamanın tam zamanı geldiğini hesaplıyor. Ve artık acelesi var. 7 Haziran’dan önce seçim yasasındaki değişiklikler kesinlik kazanmalı.

Hesapların ilk hedefi, daha az oyla daha fazla temsil oranına nasıl ulaşılabileceği konusunda. İkinci hedef, tek başına veya BDP/HDP’nin katılımıyla Anayasayı Meclis’te değiştirme çoğunluğunun nasıl elde edilebileceği konusunda. Bu ikinci hedef, başkanlık rejiminin bir referandum riski göze alınmadan gerçekleştirilmesi için olmazsa olmazlardan. Değerli dostum Ali Rıza Aydın’ın hatırlattığı gibi, Cumhurbaşkanı’nın görev ve yetkilerini tanımlayan Anayasanın 104 üncü maddesinin son fıkrası, Cumhurbaşkanı’nın yetkilerinin yasalarla da genişletilebileceğini öngördüğü için AKP’nin Anayasa değiştirmeden de ilerleyebileceği bir alan açıyor. Bunun örneği, MİT yasasıyla görüldü.

MİT yasası, bir Gestapo devleti yaratma yolunda nihai köşe taşlarından birini oluşturdu. Ama aynı zamanda Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olma niyetini kesinleştiren belge niteliğini de kazandı: Erdoğan, bu yasayla MİT Müsteşarını Başbakanın korumasına almakla yetinmedi, olur da yerini bırakacağı Başbakan bir falso yaparsa nihai adres olarak Cumhurbaşkanını gösterdi. Böylece yasal düzenleme yoluyla Cumhurbaşkanının yetkilerinin genişletilmesi uygulamasını da başlatmış oldu.

* * *

Bugünkü asıl mesele, birincisi, CHP kadrolarının ve tüm solun üzerine çöken yenilmişlik psikozundan hızla kurtulmak olarak gözüküyor. Aslında seçimlerin gerçek mağlubunun AKP olduğu, ancak kamuoyu manipüle edilerek, AKP’nin yeterince gerilememesi de kullanılarak bunun perdelenmesine çalışıldığı unutulmamalı. Seçimlerin asıl kazananı MHP olarak gözüküyor. AKP’den kopanların gittiği ilk adresin bir başka sağ-muhafazakar parti olmasında belki yadırganacak bir durum yok ancak bu, ilerde, sağın alternatifinin sağ olması gibi tehlikeli bir seçeneksizliğe de götürebilir.

Tam da bu nedenle, ikinci mesele olarak, CHP’nin temsil ettiği siyasetin kendi seçmeninin elini sağa oy vermeye alıştırmaması kritik bir önem taşıyor. İlginç olan şöyle bir sonuç da bunu destekliyor: MHP seçmeni Ankara, İstanbul gibi yerlerde CHP’li belediye başkan adaylarına oy verirken bile belediye meclis üyeliklerinde parti disiplinini elden kaçırmadı. Oysa, CHP’den MHP’ye oy kaymalarının olduğu yerlerde hem başkanlık hem de meclis üyelikleri için oy transferleri geçerli oldu. CHP seçmeni, sağdan gelen adaylara kendini alıştırmaya başladı. Bunu orta vadede düzeltmek zor veya sancılı olabilir.

CHP açısından kritik sorun, bugünkü siyasi dağılım koşullarında, Erdoğan’ı ilk turda yenebilecek iddiada (dolayısıyla her çevreden oy alabilecek renksiz veya çok renkli) bir aday çıkarmaktan ziyade, CHP’yi ikinci tura büyük bir güçle taşıyabilecek köşeleri belirgin bir CHP’li/cumhuriyetçi adayı çıkartabilmek olarak görünüyor. Aksi yöndeki tercihler, ya hep ya hiç kumarına dönüşme potansiyelini içinde barındırıyor CHP’yi “ikinci en iyi”den yani partinin ana karakterini savunabilecek, parti saflarını konsolide edebilecek bir adaydan mahrum bırakma ve izleyen genel seçimlere mahkum bir çizgiden başlama riskini taşıyor.