Yanlış meydan okumalar

Yanlış meydan okumanın ilki 2011 seçimlerinden hemen sonraydı: "Tutuklu milletvekilleri serbest bırakılana kadar yemin etmeyeceğiz." Eyleme kendisinin belirleyebileceği bir zaman sınırı koymaksızın tamamen karşı tarafın inisiyatifine teslim olarak ve üstelik yanlış yığınakla harekete geçerek (yani militanlık ölçütüne göre seçilmemiş milletvekilleri heyetiyle böyle bir meydan okumaya girişerek), başarısızlığı baştan garanti olan bir eyleme adım atmıştı CHP liderliği. Ben bu konuda zamanında uyarı görevimi yapmış ama dinletememiştim. Genel başkan yanında ne kadar da çok heveslisi vardı bu siyasi amatörlüğün! Sonuçta CHP kendi kendisini ittiği kör kuyudan ancak iktidarın ipiyle (uyduruk bir ortak açıklamayla) çıkabilmişti!

***

Şimdi de dokunulmazlıklar üzerinden benzer amatörlükte bir meydan okumayla CHP gündemde ön almak istiyor. Milletvekillerinin dokunulmazlığının sınırlandırılmasını CHP önceki üç yasama döneminde de hep ilkesel olarak savundu. Ama AKP milletvekillerinin kendi sayılarından fazla fezlekeye sahip oldukları ve bunların çoğunun da yolsuzluk dosyaları olduğu o dönemlerde bunu bir kampanyaya dönüştüremedi. Şimdi AKP kendisini koruyacak bütün önlemleri alarak iktidara (ve yargıya) hâkim duruma gelmiş ve 317 AKP milletvekili hakkındaki fezleke sayısı artık 40'a düşmüşken, RTE yanlış Anayasa yorumuyla kapsam dışına çıkarılmış ve İstanbul Belediye yöneticiliğinden gelenlerin eski yolsuzluk dosyaları esas itibariyle temizlenmişken, adeta bir harakiri yaparcasına meydan okumanın siyasi aklı nerededir? Nitekim AKP, 14 yıldır karşı çıktığı (hatta muhalif milletvekillerinin yargılanma ve aklanma hakları adına dokunulmazlıklarının kaldırılması için yaptıkları başvuruları dahi engellediği) bir meselede bu resti kolayca gördü ve siyasi oportünizmini sergilemekte gecikmedi.

Bu meydan okumayla toplumda bir duyarlılık yaratarak AKP'yi sıkıştırmaksa amaç, bunun ters teptiği daha ilk günden belli oldu. Kaldı ki, sadece mevcut fezlekeler için mi dokunulmazlık kalkacak (şimdiki 40 dosyayı zararsız bulan ama ileride bunlara eklenebilecekler için riske girmek istemeyen AKP oportünizminin talep ettiği budur) yoksa Anayasanın 83. maddesi değiştirilerek sadece kürsü dokunulmazlığına mı indirgenecek tartışmasının toplumun büyük bölümü tarafından algılanma imkanı yoktur. Üstelik medya gücü iktidarın elinde olduğu sürece, muhalefet, "dokunulmazlığın kalkmaması için mazeret üretme" suçlamasının muhatabı da oluverir.

Ayrıca, milletvekili dokunulmazlığını sadece "kürsü dokunulmazlığı"na indirgemek, AKP'nin her türlü muhalif sesi kısmaya can attığı bir dönemde nasıl bir anamuhalefet stratejisi olabilir? Milletvekilinin Meclis kürsüsü dışında iktidara yönelik eleştirel ifade ve yazıları ne olacak? (Ben, Sol Gazetesi'ndeki 30 Ocak 2014 tarihli siyasi eleştirim dolayısıyla Tayyip ve mahdumuna hakaretten bugün yargılanıyorum örneğin). Yolsuzluktan suçlananlar ile siyasi eleştiri/denetim hakkını kullananların aynı kaba sokulmamaları gereği bu hengâmede toplumun gündemine nasıl getirilebilecektir? Anayasa'nın düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüyle ilgili hükümlerinin içi giderek boşaltılır ve Cumhurbaşkanına dönük siyasi eleştiriler sayısız "hakaret" davasının konusu yapılırken, milletvekillerinin de boyunlarını AKP adaletine uzatmaları akıllıca mıdır? Burada milletvekilleri için bir ayrıcalık talebi değildir sözü edilen; millet, toplum adına ifade özgürlüğünü savunmasını beklediği vekilinin kendi ifade özgürlüğünü, iktidarı eleştirme hakkını dahi korumaktan aciz olduğunu görünce acaba mücadele azmi mi kazanacaktır yoksa daha mı sinecektir? 

Şu da var: Yasama organının iktidar grubu tamamen yürütmenin emrindedir. Şimdi dokunulmazlıkları sınırlanacak muhalefet milletvekilleri acaba yürütmeyi denetleme görevlerini yaparken kendilerini daha az güvende hissetmeyecekler mi? 

Konya eski milletvekili Atilla Kart bir olasılığa daha dikkati çekiyor: Bazı üyelerin  (tabii öncelikle HDP'lilerin) milletvekilliklerinin düşürülüp Anayasa 78/3'e göre Meclis'te en az yüzde beşlik (28 üyelik) boşalma sağlayıp kısmi seçimlere gitmek ve böylece AKP'yi Meclis'te Anayasayı değiştirme çoğunluğuna ulaştırabilmek... 

Özetle, anamuhalefet, gene yanlış zamanda yanlış konuda bir meydan okumanın peşine düşmüş durumda.

Peki doğru meydan okuma nedir?

İçişleri Bakanı Efkan Alâ'nın 19 Mart İstanbul saldırısı sonrasındaki ibretlik sözleri aslında gerçek hedefin ne olması gerektiğini de tersinden gösteriyor: "Hiç olmamasını sağlayacak biçimde çalışmak görevimizdir ama ne kadar tedbir alırsanız alın engelleyemeyeceğiniz türde melanet bir saldırı türü olduğunu akıldan uzak tutmamak gerekir". Gerçi Bakan kendi sorumluluğunu yadsımak için de bunları dile getiriyor ama gerçekten de bugün sadece "yeterli önlemleri alamayanları baş sorumlu ilan etmenin", örneğin yalnızca Alâ'nın istifasını talep etmenin ne kadar eksikli ve yanıltıcı olacağını da göstermiş oluyor. (RTE ise kelle hesabı peşinde; önceki günkü konuşmasında: "Bizden ve onlardan kayıplara bakarsanız durum 1'e 8, 1'e 10" diyor. Bu "başarı" hesabının ölenlerin yakınlarını ne kadar teskin ettiğini gidip onlara sorun bakalım. Peki iç kamuoyuna dönük bu sorumsuz siyasi hesap, tedhişçi örgütlere aradaki farkı kapatmaları için kışkırtma yerine de geçmiyor mu?).

Konuya dönersek,  Türkiye'yi tedhiş eylemlerinin hedef ülkesi durumuna getirdikten sonra gerçekten de alınabilecek önlemler sınırlıdır ve hep yetersiz kalacaktır. Sonuçlarla değil nedenlerle ilgilenilirse ancak bir çıkış bulunabilir ve yapılacaksa eğer meydan okumayı da buradan yapmak gerekir! 

İktidar yanlış politikaları sonucunda binlerce potansiyel bombacının/ tedhişçinin fink attığı bir ülke oluşturmuşsa, toplum bunlara karşı tamamen savunmasızdır. Her tedhiş eylemi, nedenleri ve asıl siyasi sorumlulukları tartışılmadığı sürece, halkın üzerine yeni hukuksuzluklar ve zorbalıkların gerekçesi olarak geri dönecektir. Ülkenin faşizmin karanlığına gömülmesine karşı durulacaksa, etnik ve dinci tedhişin üzerimize çökmesine neden olanların yargılanmasını talep etmek, meydan okumanın başlangıç noktasıdır.