Siyasette yeni tuzaklar ve yeni ufuklar

 

İki gündür iktidarın çoğunluk kanadınca bir “erken yerel seçimler” tuzağının kurulmakta olduğunu görüyoruz. Uzatılan yeme sazan gibi atlayanlar olacağından da neredeyse eminler. Nitekim anamuhalefetin grup başkanvekilliğini de yapmış bir milletvekili, “biz seçimlere her zaman hazırız, seçimlerden kaçmayız” klişesini basına yumurtlayıverdi. Partisinin yetkili kurullarının bir kararı olmadan ve hiç olmazsa onlara pas atma becerisini göstermeden.

Siyasette meydan okumak, yeri, zamanı ve içeriği doğru belirlenir ve rakibin gündeminin peşinden sürüklenilmezse, işe yarar bir tarz-ı siyasettir. Ama bu koşullar ortada yokken “yenilen pehlivan güreşe doymaz” özdeyişini haklı çıkarır bir cevvallikle iktidarın kendi çıkarları doğrultusunda belirlediği bir seçim takvimine balıklama atlamanın hiçbir siyasi oportünitesi yoktur. Siyasette ahmaklığın ve ürkekliğin prim yaptığı da hiç görülmemiştir. Dokunulmazlıkların anayasaya aykırı bir biçimde kaldırılmasını HDP ile yanyana görünmemek ürkekliğiyle AYM’ye götürmezseniz, iktidarın muhalefet milletvekillerine siyaseten dokunmasının yolunu açarsınız. Bu ürkekliğin siyasi vebalini de, Ankara-İstanbul yolunu 10 kere yürüseniz ödeyemezsiniz.

İktidarın yerel seçimleri bu yılın Ekim-Kasım dönemine almakta çıkarı vardır. Öncelikle iki önemli ekonomik nedenle: Birincisi, bu yılın son çeyreğinde ve önümüzdeki yılın ilk çeyreğinde ekonomik büyümenin negatife dönme olasılığı yüksektir. Tıpkı iktidarın büyük oy kaybettiği 2009 yerel seçimlerinde olduğu gibi. Her şeyi hesaplayan bir rejim kurucu iktidarın 2009 deneyiminden ders çıkarmamış olmasını düşünmek saflık olurdu. İkincisi, iktidarın bir an önce sert ekonomik önlemler almaya ihtiyacı vardır ve halkın çıkarları aleyhine alınacak bu önlemlerin yerel seçimler öncesinde gündeme getirilmesi pek zordur. O halde “yerel seçimler ne kadar erkene alınırsa o kadar iyi olur” tavrını geliştirmeleri için siyaset dâhisi olmaya gerek yoktur. Yerli ve yabancı sermayenin de tamamen aynı hesaplar ve talepler içinde olduğundan hiçbir kuşku duyulmamalıdır: Topluma acı ilaç içirilmesi ve belki de yeni bir IMF programı dayatılması önünde bir siyasi ayakbağı olarak duran yerel seçimlerden bir an önce kurtulunması gerekmektedir. İktidar açısından, kuşkusuz farklı siyasi nedenler de hesaba katılıyor olabilir: Muhalefetin dağınıklığından ve moralsizliğinden yararlanmak; anamuhalefet içindeki örtük iktidar çekişmelerinin CHP’nin performansını olumsuz etkileyeceğini ve 24 Haziran skorunu fazla aşmayacağını hesaplamak; muhalif seçmenin seçimlere katılma seferberliğine girme iştahının en aza indiği düşünülen bir konjonktürde yeni bir seçimi daha kapıp geçmek; vs.

Peki Meclis’ten erken yerel seçimler için referandumsuz bir anayasa değişikliği kararı çıkartabilmek için yapılan hesaplar nedir? Buradaki sınır 400 milletvekilidir. AKP, MHP bunu sağlayamadığı gibi İYİ partinin eklenmesi de yetmiyor. Bu durumda HDP veya CHP’nin de kapısı çalınmalı. AKP Grup Başkanvekili M. Elitaş ağzından baklayı çıkardı bile: 1 ve 8 Kasımlar için tarih dahi vererek, Cumhur ittifakına CHP katılırsa üç parti yeter diyor. Çünkü aksi durumda dört parti gerekecek ve MHP yanına İYİ Parti ile HDP’yi katmanın sıkıntıları olabilecek. Sadece HDP Cumhur ittifakına eklendiğinde de aritmetik tamamlanabilir, ama hem bunu anlatmaları zor, hem de ucu ucuna kurulacak böyle bir ittifakta fire olayını hesaba katmaları gerekir. CHP içinden ucuz kahramanlıklar veya yanlış zamanda yanlış meydan okumalar çıkabileceğine bel bağladıkları anlaşılıyor. Çok haksız olmayabilirler. Bu arada, İYİ Parti’nin kullanacağı oyun rengi, oluşacak ittifaka göre değişebilir. HDP ise, kendi seçilmiş belediye başkanları yerinde atama başkanların oturuyor olmasına bir an önce son verme dar bakışına kilitlenebilir. 

***

Daha önemli bir tartışma konusu ise, yeni rejimin anayasasının tüm hükümleriyle yürürlüğe girdiği 24 Haziran sonrasında muhalefetteki siyasetlerin “eski tas eski hamam” tarzında devam edip etmeyeceği veya edip edemeyeceği. Muhalefetin kitlelere yeni bir gelecek projesi sunması gerekiyor. Bunun huzur projesiyle veya vaadler listesinin daha da şişirilmesiyle sağlanması mümkün değil. Yeni lider imajı da yetmez. Örneğin İnce’nin CHP başkanlığına gelmesi olasılığında dahi, son seçimlerdeki İnce ile CHP arasındaki oy farkı, yukarı doğru değil, aşağı doğru kapanır, çünkü 24 Haziran cumhurbaşkanlığı seçimleri bir kereliktir ve tekrarlanamaz.  Demek ki yeni bir hikâye gerekiyor. Peki torbada ne var?

AKP’nin şimdiye kadar yaptığı, sermayenin has iktidarı olduğunu içe dışa kanıtlarken, bunun sağladığı dolaysız/dolaylı desteklerle kendi İslamcı otoriter rejimini adım adım inşa etmekti. İttifaklarını sürekli yeniledi, dün iktidarı paylaştıklarıyla kanlı kapışmalara bile girişti, sermaye sınıfının belirli bölümünün husumetini çekmek pahasına kendi sermayedarını oluşturabildi. Seçimler peşpeşe kazanıldıkça, sermayenin bir bölümünün husumeti, eğer müsadereler devreye sokulmuyorsa, giderek gönülsüz tabiiyet ilişkilerine dönüştürülebildi.

Muhalefet iç ve dış sermaye çevrelerine güvence vererek, neoliberal politikalara doğrudan eleştiri yöneltmeyerek, bu arada “mütedeyyin” kitleleri yanına çekebilmek için giderek sağcılaşarak, laiklik kavgası vermeyerek sürdüregeldiği sürüngen politikalardan bir sonuç çıkmayacağını anlayacak gibi görünmüyor. Radikalleşmekten dehşetli ürküyor. Bu nedenle zaman zaman sert görünmek için polemiğin şiddetinden medet umuyor. İçeriği sertleştiremeyince, yürürlükteki iktisat politikalarına gerçek alternatifler geliştiremeyince üslup sertliği devreye sokuluyor. Veya otoriterliğin bazı tezahürlerine, tek adam rejiminin aşırılıklarına, yargıdaki iktidar yanlısı taraflılığa, RTÜK, TRT gibi anayasal kurumların iktidardan bağımsız politikalar izlememelerine bütün tepkiler kanalize ediliyor. Peki  gelecek projesi?

***

Aslında iş başa düşüyor. Çözüm öncelikle sosyalist solun ve sınıf politikalarının güçlenmesinden geçiyor. O partinin bu partinin kuyruğuna takılarak, etnik milliyetçiliğin şemsiyesi altına girerek, “aman oylar bölünmesin” pısırık sorumluluğuna gömülerek bir yere varılacağı yok. Sosyalist solun güçlenmesi, daha önce 1960’larda deneyimlendiği gibi, merkez sol harekette yeniden sola kayma eğilimlerini açığa çıkarabileceği gibi, merkez sol içine hapsolmuş önemli sayıdaki sosyalist eğilimli unsurun da kendi siyasi bağlantılarını daha özgürce belirlemesine yol açacaktır. 

İşe, son seçimleri bir son değil yeni bir başlangıç noktası olarak kabul etmekle başlanmalıdır.